275 222-Mektub

222
İKİYÜZYİRMİİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, hâce Muhammed Eşref-i Kâbilîye yazılmışdır. Vilâyetde ken­dini kusûrlu görmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Yâ Rabbî! Bizleri, beğendiğin işleri yapmağa kavuşdur. Önce gelenle­rin ve sonra geleceklerin en üstünü hurmetine “aleyhi ve alâ âlihissalevâ­tü vetteslîmât” bizleri sana hep itâ’at edenlerden eyle! Büyüklerden biri bu­yuruyor ki, (Sözünün eri olan mürîd şöyledir ki, sol omuzundaki melek, yir­mi sene içinde, yazacak birşey bulmaz). Bu, kusûrları çok, pek muhtâc olan [İmâm-ı Rabbânî hazretleri] kendimi iyi anlıyorum ki, sağ omuzumdaki me­lek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamışdır. Allahü teâlâ bi­liyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. İçimden geleni söylüyorum. Yine iyi anlıyorum ki, firenk kâfiri, kendimden katkat dahâ iyidir. Eğer sor­salar, cevâbını verebilirim. Yine iyi anlıyorum ki, hatâlarla, kusûrlarla çevrilmişim ve günâhlarımın altında ezilmişim. Yapdığım ibâdetleri, iyilik­leri, sol omuzumdaki melek yazsa, yeridir. Sol omuzumdaki melek, hep yaz­makdadır. Sağ omuzumdaki ise işsiz, boş durmakdadır. Sağdaki amel def­terim bomboşdur. Soldaki ise, dolu ve simsiyâh olmuş. Ümmîdim yalnız Al­lahın rahmetindedir. Ancak Onun magfiretine sığınıyorum. (Allahümme magfiretüke evsa’u min zünûbî ve rahmetüke ercâ indî min amelî) düâsı­nı kendime tâm uygun görüyorum ki, (Yâ Rabbî! Magfiretin, benim günâh­larımdan dahâ genişdir. Rahmetin, bence, amelimden dahâ ümmîd verici­dir) demekdir. Şaşılacak şeydir ki, yüksek derecelerde, durmadan gelen feyzler, ni’metler, bu kusûrları görmeğe yardım ediyorlar. Aybları gör­mek kuvvetini artdırıyorlar. (Ucb), ya’nî kendini beğenmek yerine, aşağı­lık gösteriyorlar. Yüksek yerde, (Tevâzu’), aşağı gönüllülük yolunu açıyor­lar. Bu ân içinde, hem vilâyetin en yüksek derecesini ihsân ediyorlar, hem de, kendini kusûrlu görmeği sağlıyorlar. Ne kadar çok yükselirse, kendini o kadar çok aşağı görüyor. Çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeğe se­beb oluyor. Yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. Eğer, bunun içyüzünü anlamış olsalar, inanırlar.

Süâl: Birbirine uymıyan iki şeyin birarada bulunması nasıl oluyor? Bir­birinin tersi olan iki şeyden birinin bulunması, ötekinin bulunmasına na-sıl sebeb olmakdadır?

Cevâb: İki zıd şeyin bir arada bulunmaması, aynı zemânda, aynı yerde bulunamaması demekdir. Yukarıda söylenilende ise, yerler başkadır. Âlem-i emrin latîfeleri yukarı yükselmekde, Âlem-i halk ise aşağı inmek­dedir. İnsan-ı kâmilin latîfeleri, ne kadar çok yükselirse, Âlem-i halkdan o kadar çok uzaklaşırlar. Bu uzaklaşma da, Âlem-i halkın çok alçalması­na sebeb olur. Âlem-i halk, çok alçalınca, sâlik o kadar çok tatsız olur. Ayb­larını, kusûrlarını görmesi artar. Bunun içindir ki, geri dönmüş olan büyük­ler, başlangıcda duydukları ve yolun sonunda elden kaçırmış oldukları lezzetlerin, yine gelmesini isterler. Yine bunun içindir ki, (Ârif), ya’nî yo­lun sonuna varmış olan, firenk kâfirini kendinden dahâ iyi bilir. Çünki, kâ­firin Âlem-i emri ile âlem-i halkı karışık olduğundan, nûrlu görünür. Ârif­de bu karışıklık kalmadığı için, kendini yalnız Âlem-i halk olarak görür. Bu ise, başdan başa bulanık ve karanlıkdır. Âlem-i emrin latîfeleri geri ge­lince, artık Âlem-i halka karışmazlar. Başlangıçda olduğu gibi birleşmezler.

Kardeşim hâce Muhammed Tâhir ile gönderdiğiniz mektûb geldi. Râ­bıtanın hâsıl olması büyük bir ni’metdir. Uzakda iken de bağlılığın tâm ol­duğunu göstermekdedir. Buluşuncaya kadar, gönüllerin bir olmasını sağ­layınız! Bununla berâber, buluşmağa çalışınız. Çünki ni’metin hepsi, ancak bir arada olunca ele geçer. Veysel Karânî “rahmetullahi aleyh” gönlü ol­duğu hâlde, yanında olmadığı için, yanında olanlardan en aşağıdakinin de­recesine yükselemedi. Bunun için de, onun dağ kadar altın sadaka verme­si, bir avuç arpa sadakalarının sevâbı gibi olamadı. Hiçbir şeref, sohbet şe­refi gibi olamaz! Vesselâm.