489 305-Mektub

305
ÜÇYÜZBEŞİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mîr seyyid Muhibbullaha yazılmışdır. Nemâzın temâm ve kâ­mil olmasını ve mübtedî ile müntehî nemâzları arasındaki farkı bildir­mekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâm ve râhatlıklar olsun! Allahü teâlâ seni doğru yoldan ayırmasın! Nemâzın ku­sûrsuz, kâmil olması, bu fakîre göre, fıkh kitâblarında uzun uzadıya yazıl­mış olan farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini ve müstehâblarını yerlerine getirmekle olur. Nemâzı temâmlamak için, bu dört şeyden başka yapılacak birşey yokdur. Nemâzın (Huşû’)u [ya’nî her uzvun tevâzu’ göstermesi], bu dört şeyi yapmakdır. Kalbin (Hudû’)u, [ya’nî Allah korkusu] da yine bun­ları temâm yapmakla olur. Ba’zıları, bu dördünü uzun uzadıya öğrenip ez­berlemekle, nemâzımız temâm oldu deyip, bu öğrendiklerini iyi yapmakda gevşek davranmışlar. Bundan dolayı nemâzın kemâlâtından az birşey kaza­nabilmişlerdir. Bir kısmı da, nemâzda dünyâyı unutup, kalblerinin Allahü teâlâ ile olmasına ehemmiyyet verip, a’zâların edebli bulunmasını gözetme­mişler. Yalnız farzları ile sünnetlerini yerine getirmişlerdir. Bunlar da nemâ­zın hakîkatini anlıyamamışdır. Nemâzın kemâl bulmasını, nemâzdan başka şeyde aramışlardır. Çünki, nemâzda kalbin hâzır olması, şart değildir. Ha-dîs-i şerîfde, (Kalb hâzır olmazsa, nemâz da olmaz) buyuruldu ise de bu, kal­bin, yukarıda bildirilen dört şeyin yapılmasında hâzır olması, uyanık olma­sı demekdir. Ya’nî bunların hepsinin yapılmasında gevşeklik olmamasına dik­kat etmekdir. Kalbin bundan başka, hâzır olmasını bu fakîr düşünemiyorum.

Süâl: Nemâzın temâm olması ve kemâl bulması, bu dört şeyi yapmak­la olunca ve bundan başka birşey ile kâmil olmıyacağına göre, başlangıc­da bulunan bizim gibilerin nemâzı ile nihâyete kavuşmuş büyüklerin nemâz­ları, hattâ, bu dört şeyi yapan câhillerin nemâzları arasında ne fark kalır?

Cevâb: Nemâzlar arasındaki fark, kılanlar arasındaki farkdan gelir. Bir ibâ­deti yapan iki farklı kimseye, eşid sevâb verilmez. Bir makbûl, sevgili kula, başkalarının o işine verilen sevâbdan çok sevâb verilir. Bunun içindir ki, (Ârif­lerin gösteriş olan ibâdetlerine, câhillerin hâlis amellerinden dahâ çok sevâbverilir) demişlerdir. Âriflerin hâlis amellerine kimbilir ne kadar çok verilir? Bunun içindir ki, Ebû Bekr “radıyallahü anh”, Peygamberimizin “sallalla­hü aleyhi ve sellem” bir yanılmasını, kendi doğru ve hâlis amelinden dahâ kıymetli olduğunu bilerek, (Keşki Muhammed aleyhisselâmın bir sehvi ol­saydım) demiş, bütün ibâdetlerini verip Onun “aleyhissalâtü vesselâm” bir yanılmasını almak istemişdir. Ya’nî Onun bir sehvi olmağı istemişdir. Bütün amellerini, hâllerini, Onun bir yanlış işinden aşağı bilmişdir. Meselâ, Onun dört rek’atli nemâzda yanılıp, ikinci rek’atde selâm vererek kıldığı bir nemâ­zına, bütün ibâdetlerini değişdirmek istemişdir. İşte nihâyete yetişmiş büyük­lerin nemâzlarına dünyâ ve âhıretde çok şeyler verilir. Başlangıcda olanla­rın ve câhillerin nemâzı böyle değildir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Toprağın temiz âlem ile ne ilgisi var?

Nihâyetde olanların “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” nemâzla­rından birkaç şey söyliyelim de, başka taraflarını bunlara benzetirsiniz! Öyle olur ki, nihâyete ermiş olan, nemâzda okurken ve tesbîh ve tekbîr eder­ken, dilini, Mûsâ aleyhisselâma söyliyen ağaç gibi bulur. Bütün a’zâsını, vâ­sıta ve âlet olarak görür. Öyle zemânlar olur ki, nemâzda bâtını, hakîkatı [ya’nî kalbi ve rûhu], zâhirinden, sûretinden [ya’nî his uzvlarından, duygu­larından] ayrılıp gayb âlemine (ya’nî rûhlara ve meleklere) karışır ve bilme­diğimiz bir bağ ile, o âleme bağlanır. Nemâzı bitince, yine dünyâya döner.

Bu süâlin cevâbında şöyle de deriz ki; bu dört şeyi kusûrsuz yapmak, an­cak nihâyetdekilere nasîb olur. İşin başında olanlar ve câhiller, bunları tâm yapamaz. Ya’nî yapmaları mümkin ise de, yapabilmeleri çok gücdür. Alla­hü teâlâ, doğru yolda olanlara “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” se­lâmet, râhatlık versin!