244 207-Mektub

207
İKİYÜZYEDİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede “rahmetullahi aleyh” yazılmış­dır. İnsanların bir arada bulunması, kalblerini berâber edeceği ve islâmiy­yete uymıyan şeylerin kıymetsiz olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâm ol­sun! Çok zemân geçdi, sizin ve mahdûm zâde hazretlerinin ve Cemâleddîn Hüseynin ve orada bulunanların ve hele şeyh İlâhdâd ve meyân Şeyh-ul­hediyyenin selâmet haberlerinizi alamadım. Herhâlde, uzakda kalan bu kar­deşlerinizi unutduğunuz anlaşılıyor. Evet, yakında bulunmanın, kalblerin birleşmesinde büyük te’sîri vardır. Bunun içindir ki, hiçbir Velî, bir Sahâ­bînin derecesine yükselemez. Veysel Karânî “rahmetullahi aleyh” o kadar şânı yüksek olduğu hâlde, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” hiç gör­mediği için, Eshâb-ı kirâmdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi. Ab­düllah bin Mubârek hazretlerinden soruldu ki, hazret-i Mu’âviye ile Ömer bin Abdül’azîzden hangisi dahâ yüksekdir? Cevâb olarak: (Mu’âviye “ra­dıyallahü anh”, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında gider­ken, atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdül’azîzden katkat dahâ yük­sekdir) buyurdu.

Burada bulunanların hepsi iyiyiz. Allahü teâlâya bunun için, belki bü­tün ni’metleri için hamd ve şükrler olsun. Ni’metlerinin en büyüğü olan, müslimân yapdığı için ve mahlûklarının en iyisinin yolunda bulundurduğu için, ne kadar çok hamd edilse, yine azdır. Çünki, onun yolunda bulunmak, iyiliklerin başı, kurtulmanın çâresi ve dünyâ ve âhıret se’âdetlerinin kapı­sıdır. Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine “aleyhi ve aley­him ve alâ âlihissalâtü vesselâm”, bizleri ve sizleri, her zemân bu yolda bu­lundursun! Âmîn. Fârîsî mısra’ tercemesi:

İş budur. Bundan başkası hiçdir!

Tesavvufcuların sözlerinden, ele birşey geçmez. Onların hâllerinden insanın birşeyi artmaz. Onların vecdleri ve hâlleri, islâmiyyete uygun olmaz­sa, on para etmez. Keşfleri, ilhâmları, kitâba ve sünnete benzemezse, ya­rım arpa kadar değerleri olmaz. Tesavvuf yolunda ilerlemenin sebebi, is­lâmiyyetde inanılması lâzım olan şeylere, yakînin, îmânın artması içindir. Hakîkî îmân da, bu demekdir. İkinci sebebi de, fıkhda bildirilen vazîfele­ri yapmanın kolay ve tatlı olması içindir. Tesavvuf, bu ikisine kavuşmak için­dir. Bunlardan başka birşey için değildir. Çünki, Allahü teâlâ, Cennetde gö­rülecekdir. Dünyâda hiç görülemez. Tesavvufcuların aradıkları müşâhede­ler, tecellîler, gölgelere kavuşmakdır ve benzetilen, O sanılan şeylerle avunmakdır. Allahü teâlâ, ötelerin ötesidir. Şaşılacak şeydir ki, onların mü­şâhedeler ve tecellîler diye övündükleri şeylerin iç yüzleri, eğer anlatılır­sa, bu yola yeni girenlerin gevşemelerinden korkulur ve arzûları, istekle­ri azalır. Eğer iç yüzleri anlatılmazsa, doğrusunu bildiğim hâlde, doğru ile yanlışın birbirlerine karışmalarına göz yummuş olmakdan korkarım. Ey, yol­larını şaşırmışlara, doğru yolu gösteren Rabbim! Âlemlere rahmet olarak yaratdığın Muhammed “aleyhisselâm” hurmeti için, bana doğru yolu gös­ter! Hâlinizi arasıra bildiriniz ki, sevgiyi artdırır. Doğru yolda bulunanla­ra selâm olsun!