(Herşeyin başlangıcı ve sonu ve her görünen ve görünmeyen hep Odur) ve Enfâl sûresinin onyedinci [17] âyet-i kerîmesindeki, (O atdığın oku sen atmadın. Allahü teâlâ atdı) ve Feth sûresinin onuncu [10] âyet-i kerîmesindeki, (Sana ellerini uzatıp söz verenler, elbette, Allahü teâlâ ile sözleşmişdirler) okuyorlar ve (Yâ Rabbî! Herşeyin başlangıcı sensin. Senden önce birşey yokdu. Sen en sonsun. Senden sonra birşey yokdur. Sen meydândasın. Senden dahâ açıkda birşey yokdur. Sen gizlisin. Senden dahâ gizli birşey yokdur) hadîs-i şerîfini okuyorlar. Bu âyet-i kerîmeler ve bu ha-dîs-i şerîf, onların doğru söylediklerini göstermiyor. Âyet-i kerîmede, Allahü teâlânın yalnız kendini bildirmesi, mahlûkların varlıklarının tâm bir varlık olmadığını gâyet güzel göstermekdedir. Yoksa var olmadıklarını bildirmek değildir. Meselâ, hadîs-i şerîfde, (Nemâz, ancak Fâtihayı okumakla kılınır) ve (Emânete hıyânet edenin îmânı yokdur) buyuruldu. Bunun gibi, dahâ nice âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler vardır. Âyet-i kerîmeye ve ha-dîs-i şerîflere bu ma’nâyı vermemize, te’vîl diyorsunuz demeleri de yersizdir. Bu ma’nâyı vermemiz, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin çok beliğ olduklarını göstermekdedir. Dünyâ işlerinde de böyle sözler çokdur. Meselâ, bir kimse gönderdiği me’mûra olan güvenini bildirmek için, (Onun eli benim elimdir) veyâ (Onun sözü benim sözümdür) der. Bu söze kelimelerin ma’nâsı verilemiyeceği meydândadır. İ’timâdın çok olduğunu gâyet güzel anlatmakdadır. Bir hizmetçinin yapdığı iş, onun gücünün, kuvvetinin üstünde olursa ve efendisi bu işe çok ehemmiyyet ve kıymet verdiğini bildirmek isterse, bu işi ben yapdım, sen yapmadın diyebilir. Bu söz efendi ile hizmetçinin tek bir adam olduklarını göstermez. Kölenin, hizmetcinin işi, kuvvet sâhibinin işi olmadığı meydândadır. Kendisi de, elbette o değildir. Bu tesavvufcular, Peygamberlik derecesini anlayamamış olacaklar. O büyükler, iki varlık bildirmekdedir. Bu iki varlık birbirinden başkadır demişlerdir. Peygamberlerin sözlerinden tevhîd ve ittihâd ma’nâlarını çıkarmak, boş yere uğraşmakdır. Onların dediği gibi, var olan, bir olsaydı ve herşey onun görünüşü olsaydı, mahlûklara ibâdet etmek, Ona ibâdet etmek olurdu. Böyle yanlış söyliyenler de yok değildir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, böyle şeyi çok sıkı yasak etmişler. Allahü teâlâdan başkasına tapınanlara sonsuz azâb yapılacağını bildirmişlerdir. Mahlûklara tapınanların Allahın düşmanı olduklarını bildirmişlerdir.
Bu tesavvufculara yanlış anladıkları bildirilmediği için ve câhillikle, yaratanı yaratdıklarına benzetmek felâketinden kurtarmadıkları için ve mahlûklara ibâdeti Allahü teâlâya ibâdet sanmakdan vaz geçmedikleri için, birçoğu diyor ki: (Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, kalın kafalıların yanlış anlamamaları için, ince olan tevhîd-i vücûd bilgilerini sakladılar. Çok varlık bulunduğunu söylediler). Bu sözler, ba’zılarının, hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” iki yüzlü yapmalarına benziyor ki, elbette kulak verilmez. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” herşeyin doğrusunu bildirmesi lâzımdır. Varlığın bir olması doğru olsaydı ve ondan başka hiçbirşey var olmasaydı, bunu elbette saklamazlardı. Doğruyu bırakıp yanlışı bildirmezlerdi. Hem de, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ve işleri için olan bilgide doğruyu söylemeğe titizlikle çalışacakları meydândadır. Kalın kafalılar anlıyamasa da, doğruyu söylemekden çekinmezlerdi.
4:45 minutes ( 2.2 MB)