389 272-Mektub

(Herşeyin başlangıcı ve sonu ve her görünen ve görünmeyen hep Odur) ve Enfâl sûresinin onyedinci [17] âyet-i kerîmesindeki, (O atdığın oku sen atmadın. Allahü teâlâ atdı) ve Feth sûresinin onuncu [10] âyet-i kerîme­sindeki, (Sana ellerini uzatıp söz verenler, elbette, Allahü teâlâ ile sözleş­mişdirler) okuyorlar ve (Yâ Rabbî! Herşeyin başlangıcı sensin. Senden önce birşey yokdu. Sen en sonsun. Senden sonra birşey yokdur. Sen mey­dândasın. Senden dahâ açıkda birşey yokdur. Sen gizlisin. Senden dahâ gizli birşey yokdur) hadîs-i şerîfini okuyorlar. Bu âyet-i kerîmeler ve bu ha-dîs-i şerîf, onların doğru söylediklerini göstermiyor. Âyet-i kerîmede, Al­lahü teâlânın yalnız kendini bildirmesi, mahlûkların varlıklarının tâm bir var­lık olmadığını gâyet güzel göstermekdedir. Yoksa var olmadıklarını bil­dirmek değildir. Meselâ, hadîs-i şerîfde, (Nemâz, ancak Fâtihayı okumak­la kılınır) ve (Emânete hıyânet edenin îmânı yokdur) buyuruldu. Bunun gi­bi, dahâ nice âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler vardır. Âyet-i kerîmeye ve ha-dîs-i şerîflere bu ma’nâyı vermemize, te’vîl diyorsunuz demeleri de yersiz­dir. Bu ma’nâyı vermemiz, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin çok beliğ ol­duklarını göstermekdedir. Dünyâ işlerinde de böyle sözler çokdur. Mese­lâ, bir kimse gönderdiği me’mûra olan güvenini bildirmek için, (Onun eli be­nim elimdir) veyâ (Onun sözü benim sözümdür) der. Bu söze kelimelerin ma’nâsı verilemiyeceği meydândadır. İ’timâdın çok olduğunu gâyet güzel an­latmakdadır. Bir hizmetçinin yapdığı iş, onun gücünün, kuvvetinin üstün­de olursa ve efendisi bu işe çok ehemmiyyet ve kıymet verdiğini bildirmek isterse, bu işi ben yapdım, sen yapmadın diyebilir. Bu söz efendi ile hizmet­çinin tek bir adam olduklarını göstermez. Kölenin, hizmetcinin işi, kuvvet sâhibinin işi olmadığı meydândadır. Kendisi de, elbette o değildir. Bu tesav­vufcular, Peygamberlik derecesini anlayamamış olacaklar. O büyükler, iki varlık bildirmekdedir. Bu iki varlık birbirinden başkadır demişlerdir. Pey­gamberlerin sözlerinden tevhîd ve ittihâd ma’nâlarını çıkarmak, boş yere uğ­raşmakdır. Onların dediği gibi, var olan, bir olsaydı ve herşey onun görünü­şü olsaydı, mahlûklara ibâdet etmek, Ona ibâdet etmek olurdu. Böyle yan­lış söyliyenler de yok değildir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât”, böyle şeyi çok sıkı yasak etmişler. Allahü teâlâdan başkasına tapınan­lara sonsuz azâb yapılacağını bildirmişlerdir. Mahlûklara tapınanların Al­lahın düşmanı olduklarını bildirmişlerdir.

Bu tesavvufculara yanlış anladıkları bildirilmediği için ve câhillikle, yaratanı yaratdıklarına benzetmek felâketinden kurtarmadıkları için ve mahlûklara ibâdeti Allahü teâlâya ibâdet sanmakdan vaz geçmedikleri için, birçoğu diyor ki: (Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, kalın kafalıların yanlış anlamamaları için, ince olan tevhîd-i vücûd bilgile­rini sakladılar. Çok varlık bulunduğunu söylediler). Bu sözler, ba’zılarının, hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” iki yüzlü yapmalarına benziyor ki, elbet­te kulak verilmez. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” herşe­yin doğrusunu bildirmesi lâzımdır. Varlığın bir olması doğru olsaydı ve on­dan başka hiçbirşey var olmasaydı, bunu elbette saklamazlardı. Doğruyu bırakıp yanlışı bildirmezlerdi. Hem de, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ve işleri için olan bilgide doğruyu söylemeğe titizlikle çalışacakları meydân­dadır. Kalın kafalılar anlıyamasa da, doğruyu söylemekden çekinmezler­di.