443 289-Mektub

289
İKİYÜZSEKSENDOKUZUNCU MEKTÛB

Bu mektûb, mevlânâ Bedreddîne arabî olarak yazılmışdır. Kazâ ve ka­derin ince bilgilerini anlatmakdadır:

Allahü teâlânın ismine sığınarak, mektûbumu yazmağa başlıyorum. Kazâ ve kaderin ince bilgilerini, kullarından seçilmiş olanlara bildiren ve doğru yoldan sapmamaları için, câhillerden saklıyan, Allahü teâlâya hamd ederim! Kazâ ve kaderin esrârını, din câhilleri anlıyamayıp, doğru yoldan kayar. İnsanları işlerinde mecbûr, esîr veyâ hâkim, yaratıcı sanmak tehlü­kesine düşerler. Allahü teâlâ, Peygamberlerinin en üstünü ile, kullarına doğ­ru yolu, doğru bilgiyi gösterdi. Yanlış düşünen câhillerin ve âsîlerin özr, be­hâne etmelerine meydan bırakmadı. O büyük Peygambere ve Akrabâsına ve Eshâbının hepsine, bizden iyi düâlar ve selâmlar olsun “sallallahü teâ­lâ aleyhi ve alâ Âlihi ve Eshâbih”! Onun Eshâbının herbiri, Allahü teâlâ­ya itâ’at edenlerin ve kadere inanıp, kazâya râzı olanların en iyisidir.

Kazâ ve kader bilgisini, çok kimseler anlıyamamış, doğru yoldan ayrıl­mışdır. Bu bilgi üzerinde akl yürütenler, vehm ve hayâllerine kapılmışdır.

Bunlardan bir kısmı, insanların istiyerek yapdığı işlerinin cebr, zor ile ol­duğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yapdığını, istiyerek yapılan işlere, Allahü teâlânın karışmadığını söylemişdir. Üçüncü anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, islâmiyyeti iyi anlıyanların sözüdür ki, bun­lar, (Fırka-i nâciyye) ismi ile müjdelenmiş olan (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) “radıyallahü teâlâ anhüm”dür. Allahü teâlâ, o yüksek âlimlerden ve onla­rın yolunda gidenlerden râzı olsun! Bunlar, birinci ve ikinci kısmda olan­lar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir. Ehl-i sünnetin reîsi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, imâm-ı Ca’fer-i Sâ­dıkdan “radıyallahü anh” sordu:

Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzûsuna bırakmış mı­dır?

Allahü teâlâ, rübûbiyyetini, [yaratmak ve her istediğini yapmak büyük­lüğünü] âciz kullarına bırakmaz, buyurdu.

 -Kullarına, işleri zor ile mi yapdırıyor?

 Allahü teâlâ âdildir. Kullarına zor ile günâh işletip, sonra Cehenneme sokmak, Onun adâletine yakışmaz, buyurdu.

 O hâlde, insanların, istekli hareketi, kimin arzûsu ile oluyor, kim ya­pıyor?

 İşleri insanların arzûsuna bırakmamış ve kimseyi cebr etmemişdir. İkisi arası olagelmekdedir. Yaratmağı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yapdırmaz.

İşte, Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi aleyhim” diyor ki, kulların ih­tiyârî [istekli] hareketlerini, işlerini Allahü teâlâ îcâd etmekde, yaratmak­dadır. Onun kudreti ile var oluyorlar. Fekat, insanın kudreti de karışmak­dadır. İstekli hareketlerimiz, Allahü teâlânın kudreti ile (Yaratılır) ve bi­zim kudretimiz ile (Kesb edilmiş) olur.

Ehl-i sünnetden, Ebül-Hasen-i Alî Eş’arîye göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, insanların istekli işlerine, kendi ihtiyârları, [ya’nî seçim hakları ve kudretleri] hiç karışmaz. Yalnız, kul bir iş yapmak isteyince, Allahü teâlâ, o işi hemen yaratmakdadır. Âdet-i ilâhîsi hep böyledir. İşin yapılmasında kulun kudretinin te’sîri olmaz. Bu sözü, (Cebriyye) mezhebinin sözüne ya­kındır. Bunun için, Eş’arî mezhebine (Cebr-i mütevassıt) denilmekdedir.

Büyük âlim, Ebû İshâk İsferâînî buyurdu ki, (İnsanların yapdığı, is­tekli hareketlerinin meydâna gelmesinde, kendi kudretleri de işe karışmak­dadır. İş iki kudretin bir araya gelmesi ile yapılıyor. Biri, kulun kudreti, ikin­cisi Allahü teâlânın kudretidir. Ayrı iki kuvvetin te’sîri ile, bir iş meydâna gelir) diyor. Eş’arîden kâdî Ebû Bekr-i Bâkıllânî buyuruyor ki, (İnsanın kud­reti, işin meydâna gelmesine değil, işin iyi veyâ fenâ olmasına, ya’nî tâ’at veyâ günâh olmasına te’sîr eder. Mâtürîdî mezhebi de böyledir). Bu za’îf kulun [ya’nî imâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh”] anladığına göre, insanın kudreti, işin yapılmasına da, iyi veyâ fenâ olmasına da, birlikde te’sîr etmek­dedir. Çünki, işin meydâna gelmesine te’sîr etmeyip, yalnız iyi veyâ fenâ ol­masına te’sîr eder demek ma’nâsızdır. Çünki, işin iyi veyâ kötü olması, işin yapılması ile meydâna çıkar.