095 59-Mektub

Bu söz, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın, Sahâbenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermekdedir. Ya’nî Eshâb-ı kirâmın en yükseği olduğunda icmâ-i üm­met bulunduğunu göstermekdedir. İcmâ’-i ümmet ise seneddir, şübhe ola­maz.

Ehl-i beyt için ise, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Bi­nen kurtulur, binmiyen boğulur) hadîs-i şerîfi yetişir. Büyüklerimizden ba’zısı buyurdu ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâmı yıldızlara benzetdi. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemi­ye benzetdi. Çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldız­lara göre yürümezse, gemi sâhile kavuşamaz. Görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sev­memek olur. Çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîle­ti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir.
[(Sohbet), bir kerre de olsa, berâber bulunmak demekdir. (Hazâne­türrivâyât)da diyor ki, (Din âliminin bir sâat kadar sohbetinde bulunmak, yediyüz sene ibâdet etmekden dahâ hayrlı olduğu (Mudmerât)da yazılıdır. Emîr-ül-mü’minîn Alî “radıyallahü anh” vasıyyetlerinden birinde diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Kırk gün içinde bir âlim meclisinde bulunmıyan bir kimsenin kalbi kararır. Bü­yük günâh işlemeğe başlar. Çünki ilm kalbe hayât verir. İlmsiz ibâdet olmaz. İlmsiz yapılan ibâdetin fâidesi olmaz!). (Künûz-üd-dekâ’ık)daki hadîs-i şe­rîfde, (Âlimin yanında bulunmak ibâdetdir) ve (Fıkh ilmi meclisinde bu­lunmak, bir senelik ibâdetden dahâ hayrlıdır) ve (Evliyâyı görünce, Allah hâtırlanır) ve (Herşeyin kaynağı vardır. Takvânın menba’ı, âriflerin kalb­leridir) ve (Âlimin yüzüne bakmak ibâdetdir) ve (Onlarla birlikde bulunan kötü olmaz!) ve (Ümmetimin âlimlerine hurmet ediniz! Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, hayâtda hakîkî reh­ber islâm âlimleridir].
İşte bunun için, Tâbi’înin en üstünü olan Veysel Karânî, Eshâb-ı kirâ­mın en aşağısının derecesine yetişememişdir. [Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” îmânı var iken görenlere (Eshâb) denir. Göremiyen, fe­kat Eshâbdan birini görenlere (Tâbi’în) denir.] Hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. Çünki, sohbete kavuşanların [ya’nî Eshâb-ı kirâ­mın] îmânları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sâyesinde, görmüş gi­bi kuvvetli îmân olur. Sonra gelenlerden hiçbir kimsenin îmânı, bu kadar yüksek olmamışdır. Ameller, ibâdetler, îmâna bağlıdır ve yükseklikleri, îmâ­nın yüksekliği gibi olur.
Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasındaki uygunsuzluklar ve mu­hârebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. Nefsin arzûları ile ve ce­hâlet ile değildi. İlm ile idi. İctihâd ayrılığından idi. Evet bir kısmı ictihâd­da hatâ etmişdi. Fekat, Allahü teâlâ, ictihâdda hatâ edene, yanılana da, bir sevâb vermekdedir.
İşte, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” için, Ehl-i sünnet âlimlerinin tutduğu yol, bu orta yoldur. Ya’nî, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğ­
ruyu söylemişlerdir. En sâlim ve sağlam yol da budur.