460 291-Mektub

hep güneşe bakarak kendini ve âlemi unutsa, kendini hâtırlaması için ve güneşden başka şeylere bağlanarak, onun ışıklarının parlaklığından biraz kurtularak râhat etmesi için, güneşi bu âlemin aynalarında gösterirler. Böylece, onun bu âlemle ilgisini sağlarlar. Ara sıra, bu âlem güneşin kendisidir, güneşden başka hiçbirşey var değil­dir derler. Başka zemân da âlemin her zerresinde güneşi gösterirler.

Süâl: Âlem, güneş değildir. Bunu güneş olarak bildirmek, yanlış değil mi-dir?

Cevâb: Âlemde bulunan herşeyin ortak oldukları yerleri vardır. Birbir­lerine benzemiyen yerleri de vardır. Hak teâlâ, sonsuz kudreti ile, birçok fâ­ideleri sağlamak için, bunların benzemiyen yerlerini, gözlerinden örter. Yalnız ortak olan yerlerini görürler. Hepsi birdir, ayrılık yokdur derler. Böylece güneşi de, bu âlem olarak görürler. Hak teâlânın bu âlemle hiçbir ilişiği yokdur. Fekat, ism benzerliği bakımından, âlemle birleşmiş görürler.Şöyle ki, Hak teâlâ vardır. Âlem de vardır. Bu iki varlık, her ne kadar baş­ka ise de, ism benzerliği vardır. Bunun gibi, Allahü teâlâ bilicidir, işiticidir, görücüdür, diridir, gücü yeticidir, dileyicidir. Âlemin birkaç parçası da böy­ledir. Ondakilerle bunlardakiler birbirlerine, her ne kadar benzemezler ise de, sonradan olan varlığın çürük yerleri ve sıfatlarının aşağı tarafları, onla­rın gözünden örtülmüşdür. Bunun için, Hak teâlâ âlem ile birleşmişdir diye­bilirler. Tevhîdin böylesi, en yükseğidir. Böyle ma’rifet sâhibleri, bu hâle mağ­lûb değildirler. Bu ma’rifetleri sekrden ileri gelmemişdir. Bir fâide için, bu hâle düşürülmüşlerdir. Bu ma’rifet, onları sekrden sahva getirir. Kendileri­ne râhatlık verir. Başkalarına simâ’ ve raks ile ve birçoğuna da, mubâh işler­le meşgûl etmekle râhatlık vermeleri gibidir. Tesavvuf büyüklerinden çoğu­nu, kendi gördüklerine benzemiyen şeylerle oyalarlar. Bu büyükler ise, gör­düklerine benzemiyen şeylere dönüp bakmazlar. Onlarla oyalanmazlar. Bu­nun için, âlemi bunların gördüklerine benzetmişlerdir. Yâhud, onu âlemin her parçasında göstermişlerdir. Böylece, birkaç zemân yüklerini hafîfletmiş­lerdir. Bu aşağı kul, tevhîdin bu son şeklini keşf ve zevk ile bilmiyordum. Yu­karıda yazılmış olan ikisini biliyordum. Bu sonuncusunun da bulunduğunu sanıyordum. Bundan dolayı, kitâblarda ve mektûblarda, yalnız ikisini, hat­tâ yalnız ikincisini yazmışdım. Tevhîd-i vücûdîyi yalnız böyle bildirmişdim. Fekat, büyük hocamızın vefâtından sonra, mubârek mezârını ziyâret için, Al­lahü teâlânın belâlardan koruduğu Dehli şehrine gitmişdim. Bayram günü, mubârek mezârını ziyâret etdim. Mubârek mezârına teveccüh edince, mu­kaddes rûhundan çok iltifât göründü. Kimsesizleri okşamak yüksekliğinden dolayı, kendi nisbetini bu fakîre ihsân buyurdu. Bu nisbet, hâce-i Ahrâr haz­retlerinden gelmekde idi. Bu nisbete kavuşunca, bu bilgilerin ve ma’rifetle­rin içyüzünü zevk yolu ile anladım. Böylece, bu büyüklerdeki tevhîd-i vücû­dînin, kalbin cezbesinden veyâ muhabbet kaplamasından olmadığı, belki yük­lerinin hafîfletilmesi için ihsân edildiği anlaşıldı. Bu anlayışı açıklamayı çok zemân uygun bulmadım. Fekat, birkaç kitâbımda, o eski iki ma’rifet yazıl­mış olduğundan, kısa görüşlü kimseler, bu yazılardan o iki büyük zâtın kü­çültülmesi lâzım olacağını zan etdiler. Çünki, o iki büyük zâtın yolu, tevhîdyolu idi. Bu kısa görüşlüler, fitne çıkaran sözlere başladılar. Öyle oldu ki, bu hayâlleri, istekleri az olan talebelerin çalışmalarına gevşeklik verdi. Bunla­rı görünce, tevhîdin bu kısmını da açıklamayı uygun buldum. Bu yazıma ve­sîka olmak için, herkesce bilinen bir olayı da bildiriyorum.