306 248-Mektub

248
İKİYÜZKIRKSEKİZİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn-i Ahmed hazretlerine “kaddesallahü te­âlâ sirrehul’azîz” yazılmışdır. Peygambere tâm tâbi’ olanların, onların bü­tün olgunluklarına kavuşacakları ve hiçbir Velînin hiçbir Nebî derecesine çıkamıyacağı bildirilmekdedir:

Bizi bu hâle kavuşduran Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. Allahü teâlânın Peygamberle­ri doğru yolu göstermek için gelmişdir “salevâtullahi teâlâ ve teslîmâtü süb­hânehü aleyhi ve alâ etbâ’ıhim ve ensârihim ve a’vânihim ve hazeneti es­rârihim”.

Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uyanların en üstünle­ri, onlara, çok uydukları ve aşırı sevdikleri için, dahâ doğrusu, yalnız Al­lahü teâlânın lutfü ve ihsânı olarak, izinde bulundukları Peygamberlerin, bütün kemâlâtını, üstünlüklerini, kendilerine çekerler. Büsbütün onlar gibi olurlar. O kadar benzerler ki, yalnız uyan ve uyulan, önce olan sonra olan ayrılığından başka, aralarında hiç ayrılık kalmaz. Böyle olmakla be­râber, uyanlardan hiçbiri, Peygamberlerin en üstününe uyanlardan olsa da, hiçbir Peygamberin, Peygamberlerin en aşağıda olanının bile, derecesine yükselemez. Bunun içindir ki, Peygamberlerden sonra, bütün insanların en üstünü olan, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri, Peygamber­lerin derecesi en aşağıda olanından da çok aşağıdadır. İşte bunun için, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” mebde-i te’ayyünleri ve rableri olan [ya’nî onları terbiye eden, yetişdiren] ismler, asldan, kaynakdandır. Ümmet­lerin en üstünleri olsun, en aşağıları olsun, hepsinin mebde-i te’ayyünleri ve rableri olan ismler, o aslların çeşidli zılleri, görüntüleridir. Asl ile göl­gesi nasıl müsâvî olabilir? Sâffâti sûresinin yüzyetmişbirinci âyetinde me­âlen, (Elbette kelimemiz, çok önce yapıldı. Ya’nî Levh-i mahfûzda, Peygam­berlerimiz için yazdık. Onlara elbette yardım olunacakdır. Onların yolun­da gidenler, gâlib olacaklardır) buyuruldu. Allahü teâlânın zâtının tecellî­si, yalnız Peygamberlerin sonuncusuna olur “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât”. Bu yüce Peygamberin yolunda gidenlerin yüksek­leri de, bu tecellîden pay alır. Fekat, bu söz, başka Peygamberlere zâtın te­cellîsi olmaz, bu ümmetin yükseklerine olur demek değildir. Böyle düşün­mekden Allahü teâlâ korusun! Bu söz, Evliyânın Peygamberlerden dahâ üstün olduğunu anlatmıyor. Çünki, bu tecellî, o yüce Peygambere olur demek, bütün Peygamberlere de onun vâsıtası ile, Ona uydukları için olur demekdir “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”. Bu tecellî, bütün Pey­gamberlere “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” o yüce Peygamberin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” aracılığı ile olur. Bu ümmetin Evliyâsının büyüklerine ise, Ona “aleyhissalâtü vesselâm” uydukları için bu tecellînin zılleri nasîb olur. Peygamberler, bu büyük ni’metin sofrasında Onunla birlikde oturmakdadırlar “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vettehıyyât”. Ev­liyâ ise, o sofranın artıklarını yiyen hizmetcilerdir. Sofrasında oturanla, ar­tık yiyen hizmetçi arasında çok fark vardır. Bu makâm tesavvuf yolcuları­nın ayaklarının kaydığı yerlerden biridir. Bunu açıklamak ve şübheleri gidermek için, bu fakîr [ya’nî imâm-ı Rabbânî hazretleri] kitâblarında, mektûblarında çeşidli bakımları bildirmişdir. Sözün doğrusu, bu mektûb­da, Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile yazılmış olandır. Ma’lûm-i şerîfiniz olsun ki, bu tecellî her ne kadar o yüce Peygamberin “aleyhi ve alâ âlihis­salevatü vetteslîmât” aracılığı ile bütün Peygamberlere “aleyhimüssalevâ­tü vetteslîmât” hâsıl olmuş ise de, bu üstün vilâyet onların ümmetlerinin Ev­liyâsına nasîb olmamışdır. Bu tecellîye kavuşmamışlardır. Bunların aslla­rına nasîb olan tecellî, aracı ile ve görüntü olarak olunca, zıllere, artıkla­ra ne kalabilir. Bunları açık keşfle anlıyoruz. Akl yolu ile değil.

Yukarıda bildirdik ki, Peygamberlere uyanların büyükleri, onların üs­tünlüklerinin hepsini kendilerine çekerler. Bu üstünlükler, uydukları Pey­gamberin üstünlükleridir. Her Peygamberin üstünlüğü demek değildir. Kendi Peygamberlerinin vilâyetinden pay alırlar. Zât-i ilâhînin tecellîsi, üm­metler arasında, yalnız bu ümmete olmakdadır. Bunun için, ümmetlerin en hayrlısı olmuşlardır. Bu ümmetin âlimleri, Benî İsrâîlin Peygamberleri gi­bi olmuşdur. Bu, Allahü teâlânın öyle ihsânıdır ki, dilediğine verir. Onun ihsânları pek çokdur.

Bu vilâyetin üstünlüklerinden biraz yazmak istedim. Vakt dar oldu­ğundan ve kâğıd yetişmediğinden yazılamadı. Allahü teâlânın lutfü ve ih­sânı olarak, ilmler, ma’rifetler yağmur gibi yağmakdadır. Şaşılacak gizli bil­gilerin incelikleri açıklanmakdadır. Bu gizli ve ince bilgileri yalnız, kıymet­li oğullarıma, anlayabildikleri kadar açıklamakdayım. Sevdiklerimiz birkaç gün huzûrdadır. Birkaç gün de, gaybet hâlindedirler. Bunun için, Velî hiç­bir Sahâbînin mertebesine ulaşamaz demişlerdir. Size kavuşmak arzûmuz çokdur. Bu aşağı kimseye yazdığınız mubârek mektûbunuz gelerek şeref­lendik. Amellerini, ibâdetlerini kusûrlu görmek, Allahü teâlânın ni’metle­rinin en büyüklerindendir. Fekat, hâllerin orta derecede olması, her işde güzeldir. Sınırı aşmak, pekaz yapmak gibi, adâletden uzakdır. Size ve doğ­ru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde bulunanlara selâm olsun “aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât”!