343 261-Mektub

261
İKİYÜZALTMIŞBİRİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, seyyid mîr Muhammed Nu’mân “kuddise sirruh” hazretle­rine yazılmışdır. Nemâzın kıymetini ve nemâza mahsûs kemâlâtı bildirmek­dedir:

Allahü teâlâya hamd ederim. Onun sevgili Peygamberi Muhammed aley­hisselâma, salât-ü selâm eder ve sizlere düâ eylerim. Sevgili kardeşim! Al­lahü teâlâ seni hakîkî rütbelere yükseltsin! Bilmelisin ki, nemâz, islâmın beş şartından, dînin beş esâsından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisin­de toplamışdır. İslâmın beşde bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dola­yı, yalnız başına, müslimânlık demek olmuşdur. İnsanı Allahü teâlânın sev­gisine kavuşduracak işlerin birincisi olmuşdur. Âlemlerin efendisi ve Pey­gamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm” en üstünü olana mi’râc gecesi, Cennetde nasîb olan rü’yet şerefi, dünyâya indikden sonra, dünyâ­nın hâline uygun olarak kendisine yalnız nemâzda müyesser olmuşdur. Bu­nun içindir ki, (Nemâz mü’minlerin mi’râcıdır) buyurmuşdur. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması nemâzdadır) buyurmuş­dur. Onun yolunda, tâm izinde giden büyüklere, o rü’yet devletinden, bu dünyâda büyük pay, nemâzda olmakdadır. Evet, bu dünyâda Allahü teâ­lâyı görmek mümkin değildir. Dünyâ buna elverişli değildir. Fekat, Ona tâ­bi’ olan büyüklere, nemâz kılarken rü’yetden birşeyler nasîb olmakdadır. Nemâz kılmağı emr buyurmasaydı, maksadın, gâyenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, ma’şûku nasıl bulurdu? Nemâz, üzüntü­lü rûhlara lezzet vericidir. Nemâz, hastaların, râhat vericisidir. Rûhun gı­dâsı nemâzdır. Kalbin şifâsı nemâzdır. (Ey Bilâl, beni ferâhlandır!) [diye ezân okumasını emr buyuran] hadîs-i şerîf, bunu göstermekde, (Nemâz, kal­bimin neş’esi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûya işâret etmek­dedir. Zevkler, vecdler, bilgiler, ma’rifetler ve makâmlar, nûrlar ve renk­ler, kalbdeki telvînler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrlardan hangisi, nemâz dışında hâsıl olursa ve nemâ­zın hakîkatinden birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksden ve sûretden meydâna gelmişdir. Belki de, vehm ve hayâlden başka birşey değildir. Nemâzın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, nemâza durunca, sanki, bu dünyâdan çıkıp âhıret hayâtına girer ve âhırete mahsûs olan ni’metlerden birşeylere kavuşur. Araya aks, hayâl karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünki, dünyâdaki bütün kemâlât, ni’metler zılden, sûret ve gö­rünüşden hâsıl olmakdadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâ­sıl olmak, âhırete mahsûsdur. Dünyâda asldan alabilmek için, mi’râc lâzım­dır. Bu mi’râc, mü’minin nemâzıdır. Bu ni’met, yalnız bu ümmete mahsûs­dur. Peygamberlerine tâbi’ olmak sâyesinde, buna kavuşurlar. Çünki, bun­ların Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” mi’râc gecesi [Receb-i şe­rîfin yirmiyedinci kandil gecesi] dünyâdan çıkıp âhırete gitdi. Cennete girdi ve rü’yet devleti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” bizim tarafımızdan, Onun büyüklüğüne ya­kışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, se­ni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermiş­lerdir.