328 260-Mektub

Ondan ayrı olmaz. Hâlbuki, sıfatlar zâtdan ayrı olarak var olduklarından, ismlerin ve sıfatların dâiresi, Zât-i teâlâdan ayrı olur. Sıfatları zâtın ken­disi demişler, böyle olmadığını bilememişler.

Zıl dâiresinin merkezi, bu dâirenin aslı olan üst dâirenin merkezinin zıl­lidir. Üst dâire, ismlerin, sıfatların, şânların ve i’tibârâtın dâiresidir. Hakî­kat-i Muhammedî, bu asl dâiresinin merkezidir. İsmlerin ve şânların top­luluğudur. Bu dâirede ismlerin ve sıfatların yayılması, vâhidiyyet mertebe­sidir. İsmlerin zıllerinin mertebesinde vahdet ve vâhidiyyet kelimelerini kul­lanmak, zılli asl ile karışdırmakdan ileri gelmekdedir. Buradaki seyre, (Seyr-i fillah) demek de böyledir. Çünki bu seyr, (Seyr-i ilallah)dır. Bu seyr­den sonra, eğer yükselmek nasîb olursa, zıl dâiresinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dâiresinde Seyr-i fillah ile seyr olur. Vilâyet-i kübrâ dereceleri­ne başlar. Bu vilâyet-i kübrâ, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât” mahsûsdur. Onların izlerinde gitdikleri için, Eshâb-ı kirâmı da, bu ni’mete kavuşurlar. Bu düşey durumdaki dâirenin yatay çapının altında bu­lunan yarım dâirede ismler ve (Sıfât-i zâide) bulunur. Üstdeki yarım dâi­rede şü’ûn ve i’tibârât-i zâtiyye bulunur. Âlem-i emrin beş latîfesi, bu ism­ler ve şânlar dâiresinin sonuna kadardır. Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, eğer sıfatlar ve şânlar makâmından yukarı çıkılırsa, bunların aslı olan dâ­irede seyr olur. Bu aslların dâiresinden sonra, bunların da aslları dâiresin­de seyr olur. Bu dâireyi de geçdikden sonra, bunun üstündeki dâireden bir kavs, bir yay görünür. Bunu da geçmek lâzımdır. Bu üst dâireden, bir yay­dan başka birşey görünmediğinden, yalnız kavs diyerek sözü kesiyoruz. Bu­rada ince bir sır vardır. Bu sırrı bildirmediler. İsmlerin ve sıfatların ve şü’ûnların mebde’leridirler. Bu üç asllardaki dereceler, nefs-i mutmeinne­ye mahsûsdur. Nefs, bu mertebelerde itmînâna kavuşur. Yine bu makâm­da, (Şerh-i sadr) olur. Sâlik, (İslâm-ı hakîkî) ile şereflenir. Bu makâmda, nefs-i mutmeinne, göğse yerleşir ve (Rızâ makâmı)na kavuşur. Bu makâm, Vilâyet-i kübrânın sonudur. Bu vilâyete, (Vilâyet-i enbiyâ) da denildiğini yukarıda bildirmişdik.

Seyr, buraya kadar varınca, iş bitdi sanıldı. (Bunların hepsi, ism-i zâhi­rin açıklanmasıdır. Bu ism, uçmak için lâzım olan bir kanatdır. Mukaddes âleme uçmak için lâzım olan ikinci kanat olan ism-i bâtın da, böyle birer bi­rer geçilirse, iki kanat elde edilmiş olur) sesini duyurdular. Allahü teâlâ­nın lutfü ve ihsânı ile, ism-i bâtında da seyr bitince, iki kanat elde edilmiş oldu. Bize doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! O bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. Rabbimizin Peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir.

Ey oğlum! İsm-i bâtındaki seyrden ne yazayım ki, o seyri örtmek, giz­lemek lâzımdır. O makâmdan şu kadar açıklanabilir ki, ism-i zâhirde seyr, sıfatlarda seyr olup, Zât-i teâlâ ile hiç ilgisi yokdur. İsm-i bâtında seyr de, her ne kadar ismlerde seyrdir. Fekat bu seyr, Zât-i teâlâ ile ilgilidir. Bu ism­ler, Zât-i teâlâyı örten perdeler gibidir. Meselâ, ilm sıfatında Zât-i teâlâ hiç akla gelmez. Alîm ismi ise, sıfat perdesi gerisinde, Zât-i teâlâyı bildir­mekdedir. Çünki âlim, ilm sâhibi olan zâtdır. O hâlde ilmde seyr, ism-i zâ­hirde seyrdir. Alîmde seyr, ism-i bâtında seyrdir. Öteki sıfatlar ve ismler de böyledir. İsm-i bâtınla ilgili olan ismler, meleklerin mebde-i te’ayyünleri­dir.