079 46-Mektub

46
KIRKALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, yine nakîb seyyid şeyh Ferîde “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmışdır. Allahü teâlânın var ve bir olduğu ve Muhammed aleyhisselâ­mın Onun resûlü olduğu bedîhîdir, pek meydândadır. Düşünmeğe bile, lü­zûm olmadığını bildirmekdedir:

[Bu mektûb, çok mühim olduğundan, (İslâm Ahlâkı) kitâbının 554. sa­hîfesinin başına da yazdık. Lütfen oradan da okuyunuz!] Allahü teâlâ si­zi, kerîm olan babalarınızın yolundan ayırmasın. Onların en üstünü olan bi­rincisine ve geri kalanların hepsine, bizden düâlar ve selâmlar olsun! Al­lahü teâlânın var olduğu ve bir olduğu, hattâ Muhammed aleyhisselâmın, Onun resûlü olduğu ve hattâ onun getirdiği her emrin ve haberlerin, doğ­ru olduğu, güneş gibi meydândadır. Düşünmeğe, isbât etmeğe hiç lüzûm yokdur. Kalbin bunlara inanması için, kalbin bozuk olmaması, ma’nevî has­talığı bulunmaması lâzımdır. Kalb hasta ve bozuk olunca, kalbin inanma­sı için, akl ile düşünmek, incelemek lâzım olur. Ancak bu sûretle kalb (tasfiye) bulur, ya’nî hastalıkdan kurtulur. (Basîret)den ya’nî kalb gözün­den ma’nevî perde kalkarsa, bunlara seve seve inanılır. Meselâ, safrası bozuk kimse, şekerin tadını duymuyor. Şekerin tatlı olduğunu ona anlat­mak, isbât etmek lâzım olur. Fekat, safra hastalıkdan kurtulunca, isbât et­meğe lüzûm kalmaz. Hastalıkdan dolayı isbât etmek lâzım olması, şekerin tatlılığına bir kusûr vermez. Şaşı olan, bir şeyi iki görür ve iki kişi var sa­nır. Şaşıdaki göz hastalığı, karşısındaki bir şeyin, iki olmasını îcâb etdirmez. O iki gördüğü hâlde, görünen yine birdir. Bunun bir olduğunu isbât etmek çok zordur. [Doppelsehen denilen göz hastalığı olanlara ahvel denir.] [Müslimân olmak için, yalnız kalbin îmân etmesi, inanması lâzımdır. Fekat, her müslimânın kalbine, dâhilî düşmanı olan nefsinden ve hâricî düşman­ları olan şeytânlardan ve kötü arkadaşlardan hastalık gelmekdedir. Nefs, yaratılışda ahkâm-ı islâmiyyeye düşmandır. Kalbin hasta olması, [nefse uy­ması demekdir, ya’nî islâmiyyete uymak istememesidir. Ya’nî, islâmiyye­tin emrlerinin tadını duymamak, yasak etdiklerinden zevk almakdır.] Bu yasaklara (dünyâ) denildiği, yüzdoksanyedinci mektûbda yazılıdır. Dünyâ­ya düşkün olmak, kalbdeki îmânı za’îfletmekdedir. Bir kimse, nefslerinin esîri olan gâfil insanların sohbetlerinden, sözlerinden, yazılarından, ki­tâblarından, radyolarından, televizyonlarından uzaklaşırsa ve nefsi (tezki­ye) olursa,ya’nî inkâr hastalığından kurtulursa, bu dâhilî ve hâricî düşman­lardan kalbe hastalık gelmez. Mevcûd hastalık da, islâmiyyete uyarak, (is­tigfâr okuyarak) tasfiye edilince, kalb hakîkî îmâna kavuşur. Nefsin cibillî hastalığından tezkiyesi ve kalbin hâricden gelen hastalıkdan tasfiyesi, mür­şid-i kâmilin sohbetinde bulunmakla, kitâblarını okumakla ve ahkâm-ı is­lâmiyyeye uymakla nasîb olur. Kırkikinci ve elliikinci mektûblara bakınız! Mürşid-i kâmil, bütün sözleri, bütün işleri, islâmiyyete uygun olan, Ehl-i sün­net âlimi demekdir. İslâmiyyeti iyi bilmesi, derin âlim olması lâzımdır.]

Din bilgilerini, akl ile isbât ederek [kalbe] inandırmak, kolay değildir. Yakînî, vicdânî bir îmân elde etmek için, isbât yoluna gitmekdense, kalbi hastalıkdan kurtarmak lâzımdır.