445 289-Mektub

(Kazâ) demek, bir insanın bir işi kendi ihtiyârı ile yapıp yapmayaca­ğını, Allahü teâlânın, önceden bilmesi demekdir ki, insanda ihtiyârın bu­lunduğunu göstermekdedir. Kazâya inanmak irâdenin, ihtiyârın yok olma­sına sebeb olsaydı, Allahü teâlâ da, yaratmağa mecbûr veyâ memnû’ olur­du. Çünki, ezelde, her şeyin var olacağını bildi ise, onu yaratmağa mecbûr olurdu. Yokluğunu bildi ise, yaratması memnû’ olurdu. Kazâya inanmak, kulda ihtiyârın bulunmasına inanmağa mâni’ olsaydı, Allahü teâlâda irâ­de ve ihtiyârın bulunmasına inanmağa da mâni’ olurdu. Allahü teâlânın ya­ratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irâde sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irâde ve ihtiyâr sâhibi olmala­rına mâni’ değildir. Evet, insanların kudreti azdır. İşi yalnız insan kudreti yapar demek, pek aklsızlık olur ve düşüncesizliğin son derecesidir. Mu’te­zilenin, burada da, doğru yoldan ayrılmış olduğunu, Mâverâünnehr [Tür­kistânda, Seyhûn ve Ceyhûn nehrleri arasındaki geniş yer] âlimleri bildir­miş, bunların sözü, mecûsîlerin [ateşe tapanların] sözünden dahâ fenâdır demişlerdir. Çünki mecûsîler, Allahü teâlânın bir şerîki, ortağı var sanmış­dır. Mu’tezile ise, sayısız ortak var demekdedir. [Ya’nî, insan, işini, kendi kudreti ile yapmakda, yaratmakdadır diyerek, insanları, Allahü teâlâya şe­rîk ediyorlar.]

(Cebriyye mezhebi), insan aslâ bir iş yapmaz, cânsızlar gibi hareket eder. İnsanın kudreti, kasdı, ihtiyârı yokdur diyor. İnsanlar iyi iş yapınca sevâb kazanmaz, kötü işlerine azâb yapılmaz sanıyor. Kâfirler, günâh işli­yenler ma’zûrdur, mes’ûl olmazlar. Çünki, insanın her işini, yalnız Allah ya­pıyor. İnsan istese de, istemese de, Allah günâh yaratıyor. İnsan günâh yap­mağa mecbûrdur diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Bunlara (Mürcie) de denir ki, mel’ûndurlar. Günâh, insana zarar vermez. Âsî, fâsık, azâb görmiyecek­dir dediler. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Mür­cie mezhebinde olanlara yetmiş Peygamber, la’net etmişdir). Mezhebleri temâmen yanlışdır, bozukdur. Çünki, ihtiyârî, istekli hareketimiz ile, titre­me, refleks hareketlerinin başka olduğu meydândadır. Elimizle birşey tut­mamız, elbette ihtiyârımız iledir. Göz seğirmesi, kalbin çalışması ise, böy­le değildir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, bu mezhebin bozuk olduğu­nu bildirmekdedir. Nitekim, Secde ve Ahkaf ve Vâkı’a sûrelerinde, (Yap­dıklarının cezâsıdır) ve Kehf sûresinde, (İstiyen îmân etsin, istiyen inanma­sın!) meâl-i şerîfleri ile buyurmakdadır.

İnsanların çoğu, tenbel olduğundan ve niyyetleri kötü olduğundan özr, behâne arıyor. Süâlden, azâbdan kurtulmak için, Eş’arî, hattâ Cebriyye mez­hebine yanaşıyor. Bunlar, ba’zan, (İnsanın hakîkatde ihtiyârı yokdur. İşi in­sanın yapması mecâzdır, görünüşdedir) diyor. Ba’zan da, (İnsanın ihtiyâ­rı azdır. Herşeyi yapan, Allahü teâlâdır) diyor. Bu söz, Cebriyye mezhebi­ne kayıyor. Bunlar, ba’zı tesavvuf büyüklerinin sözlerini öne sürüyor. Me­selâ, (İşleri yapan birdir. Hiçbirşey yokdur, yalnız O vardır. İnsanın işinde, kudretinin te’sîri yokdur. İnsanın hareketi, ağacın sallanması gibidir. İnsa­nın varlığı da, işleri de, çöldeki serâb gibidir, bir görünüşden başka birşey değildir) gibi sözler, bu gevşek, tenbellerin kötü söylemelerini ve işleme­lerini destekliyor. Herşeyin doğrusunu, ancak Allahü teâlâ bilir. Bildiğimiz kadar, bunlara şöyle cevâb veririz ki: Eş’arînin dediği gibi, eğer ihtiyâr, ha­kîkaten bulunmasaydı, Allahü teâlâ, kulların zulm etdiğini bildirmezdi.