394 272-Mektub

Yanılan mücte­hid gibi hesâba çekilmezler ise de, bunlara uyanlara acabâ ne yaparlar bi­lemem. Keşki bunları da, yanılan müctehidlere uyanlar gibi afv etseler! Fe­kat afv etmezlerse, işleri çok güç olur.

Kıyâs ve ictihâd, islâmiyyetin dört temelinden birisidir. Buna uymağa emr olunduk, evliyânın keşf ve ilhâmları, böyle değildir. Bunlara uymağa emr olunmadık. İlhâm, yalnız sâhibi için delîldir, huccetdir, seneddir. Baş­kaları için sened değildir. İctihâd ise, her müslimân için huccetdir, sened­dir. Bunun için müctehid olan âlimlere uymak lâzımdır. Dînin temelleri­ni, bu âlimlerin bildirdiklerine uygun olarak öğrenmelidir. Tesavvufcula­rın, bu âlimlerin bildirdiklerine uygun olmıyan sözlerine ve işlerine uyma­mak lâzımdır. Bununla berâber onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şü’ûrsuz olan sözlerinden saymalıdır. Açık olan yanlış ma’nâları bırakıp doğru ma’nâlar çıkarmalıdır. Şuna çok şaşılır ki, tesavvufculardan çoğu, vah­det-i vücûd gibi keşf ve ilhâm ile anlaşılan bilgilere inandırmak için insan­ları zorluyorlar. Onların da, böyle söylemesini istiyorlar. İnanmıyanlara azâb olacağını bildiriyorlar. Keşki bu bilgileri inkâr etmemeleri için zor­lasalardı. İnkâr edenlere azâb var deselerdi. Çünki îmân başkadır, inkâr et­memek başkadır. Bu bilgilere inanmak lâzım değildir. Fekat inkâr etmek­den de sakınmalıdır. Çünki bu bilgileri inkâr etmek, bu bilgilerin sâhible­rini inkâr etmeğe gidebilir. Hak yoldaki evliyâya düşmanlığa sebeb olabi­lir. Sözün kısası, hak yolda olan Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine gö­re inanmalı ve hareket etmeli ve tesavvufcuların keşflerine iyi gözle bak­malıdır. Bu sözlere evet veyâ hayır demekden sakınmalıdır. Aşırı gitmek­le geri kalmak arasındaki iyi, orta yol da budur. Herşeyin doğrusunu bil­diren Allahü teâlâdır. Ne kadar şaşılır ki, tesavvufcu olduğunu söyliyen­ler arasında, bu müşâhedelerle doymıyarak, hattâ bu görüşleri aşağı sana­rak, dünyâda Allahü teâlâyı görüyoruz diyenler çıkmışdır. Hiçbirşeye benzemiyen Vâcib-ül-vücûdü gördüklerini söylüyorlar. Peygamberimizin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” mi’râc gecesinde bir kerre kavuşdu­ğu ni’mete biz her gün kavuşuyoruz diyorlar. Gördükleri nûru, sabâhları tan yerinin ağarmasına benzetiyorlar. Bu nûrun anlaşılamayan bir merte­be olduğunu sanıyorlar. Tesavvuf yolunun sonu, bu nûrun görünmesine ka­dardır diyorlar. Allahü teâlâ, zâlimlerin dedikleri şeylerden çok uzakdır. O, çok büyükdür. Bu da yetişmiyormuş gibi, Allahü teâlâ ile konuşdukla­rını bildiriyorlar. Allahü teâlâ böyle buyurdu diye birçok şeyler söylüyor­lar. Düşmanlarına, Allahü teâlâ size şöyle böyle yapacağını bildirdi diyor­lar. Sevdikleri kimselere de müjdeler veriyorlar. Kimisi de, gecenin üçde ikisi veyâ dörtde üçü geçdikden sonra, Rabbim ile konuşdum, çok şeyler sordum, cevâblarını aldım diyor. Bunların sözlerinden anlaşılıyor ki, o gördükleri nûru Hak teâlâ sanmakdadırlar. O nûru, Allahü teâlânın görü­nüşlerinden bir görünüş olarak ve zıllerden bir zıl olarak değil de, Allahü teâlânın zâtı, kendisi sanıyorlar. Hâlbuki, o nûra Allahü teâlânın zâtı de­mek, büyük iftirâdır. Tâm bir sapıklık ve zındıklıkdır. Cenâb-ı Hak, ne ka­dar çok sabrlıdır ki, böyle iftirâcılara çeşid çeşid azâblar yapmak için ace­le etmiyor ve bunları yok etmiyor. Allahü teâlânın ilmi çokdur, hilmi de çok­dur. Kudreti büyükdür. Afvı da büyükdür. Mûsâ aleyhisselâmın kavmi, Al­lahü teâlâyı görmek istedikleri için yok edildiler.