364 266-Mektub

Peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm”, dünyâda ve âhıretde râhat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yara­mazdı. Tehlükelerden, zararlardan kurtulamazdık. Evet, islâmiyyete uymı­yan veyâ aklı az olan kimseler ve milletler Peygamberlerden fâidelenemez. Dünyâda ve âhıretde tehlükelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vâsıta­ları, mevkı’, rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, Peygamberlerin göster­diği yolda gitmedikçe, hiçbir ferd, hiçbir insan mes’ûd olamaz. Ne kadar neş’eli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamakdadır. Dünyâda da, âhı­retde de râhat ve mes’ûd yaşayanlar ancak, Peygamberlere uyanlardır. Şunu da bilmelidir ki, râhata, se’âdete kavuşmak için, müslimânım de­mek, müslimân görünmek yetişmez. Müslimânlığı iyi öğrenmek, onu doğ­ru anlamak ve yapmak, ona uymak lâzımdır].

Süâl: Âhıretdeki sonsuz azâb, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât” da’vetine bağlı olunca, onların gönderilmesi, âlemlere rahmet na-sıl olur?

Cevâb: Onların gönderilmesi, Allahü teâlânın kendini ve sıfatlarını bil­dirmek içindir. Bu bilgi de, se’âdet-i ebediyyeye, ya’nî dünyâ ve âhıretin son­suz iyiliklerine sebebdir. Allahü teâlâya karşı, lâyık olan şeyler, uygun ol­mıyanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmışdır. Zîrâ, bizim kör ve to­pal olan akllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkda kalamayıp yine yok ol­makdadır. O hâlde, yokluk bulunmıyan ve ismleri ve sıfatları ve fi’lleri son­suz var olan, ebedî, hakîkî varlığa uygun olanı anlıyabilir mi ve Ona lâyık olanı bulabilir mi? Münâsib olmıyanları ayırd edebilip söylemekden sakı­nabilir mi? Hattâ, kendi noksân olduğu için, çok def’a kemâli, noksânsız­lığı, noksân sanır ve noksânı, kemâl sanır. Peygamberlerin “aleyhimüssa­levatü vetteslîmât”, bunları ayırd etmeleri ve bildirmeleri, bu fakîre göre, bütün ni’metlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. Allahü teâlâya uygun olmı­yan şeyleri [meselâ yok olmağı], Ona münâsib görenlerden dahâ alçak kim olabilir? Bâtılı hakdan, iğriyi doğrudan ayıran, ibâdete, itâ’ate hakkı olmıyanları, ibâdet edilmesi lâyık ve lâzım olan hakîkî vardan ayıran, o bü­yüklerin sözleridir. Allahü teâlâ, insanları doğru yola, onların sözleri ile ça­ğırıyor. Kullarını, kendisine yaklaşmak se’âdetine, onların aracılığı ile ulaşdırıyor. Allahü teâlânın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vâsıtası ile kolaylaşıyor. Bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, mâliki, sâhibi olan Allahü teâlânın, mahlûklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanma­ğa izn verdiği ve hangilerine izn vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılı­yor. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bu saydığımız ve dahâ bunlar gibi nice fâideleri vardır. O hâlde, o büyüklerin gönderilme­si, elbette rahmetdir, iyilikdir. Fekat, bir kimse, nefs-i emmâresine uyarak ve mel’ûn şeytâna kapılarak [ve dinsizlerin uydurma yazılarına aldanarak], Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” inanmaz ve onların söz­lerini bildiren, hakîkî din âlimlerinin, din mütehassıslarının kitâblarını okumaz ve emrlerini yapmaz ise, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât” ne günâhı olur ve bundan dolayı, niçin rahmet olmazlar?

Süâl: Akl, yaratıldığı şeklde iken, Allahü teâlâya âid şeyleri anlıyacak kadar temâm değil, kusûrlu ise de, belki zemânla ilerliyerek ve temizlene­rek Onun ile bizim anlıyamıyacağımız bir münâsebet yapamaz mı?