436 287-Mektub

MA’RİFET 5: Tesavvuf büyüklerinden birkaçı buyurdu ki, (Tâlibde cezbe hâsıl olunca, bundan sonra, onun yol göstericisi, artık bu cezbedir. Başka yol gösterici istemez. Bu cezbe ona yetişir). Bu cezbe sözü ile, eğer Seyr-i fillahın cezbesini demek istiyorlarsa, evet öyledir, yetişir. Fekat, yol gösterici demeleri, bu isteklerine uygun olmaz. Çünki, Seyr-i fillahdan sonra, yol kalmamışdır ki, yol gösterici lâzım olsun. Sülûkdan önce olan cez­be de olamaz. Sözlerinden de, bunun olmadığı anlaşılmakdadır. Geriye or­tadaki cezbeyi dilemiş olmaları kalıyor. Bunun yalnız başına, tâlibi aradı­ğına kavuşdurabileceği bilinememekdedir. Çünki ortada bulunanlardan ço­ğu, bu cezbe hâsıl olduğu zemân, yukarıya yükselmekden vaz geçmekde­dirler. Bu cezbeyi, müntehîlerin cezbesi sanmakdadırlar. Yolda hâsıl olan cezbe, eğer yol göstermek için yetişseydi, bunları yolda bırakmazdı. Evet, başlangıcdaki cezbe, sevilenlerde hâsıl olduğu için, buna yetişir denilirse, yeri vardır. Mahbûbları ihsân çengeli ile çekerler. Bunları yolda bırak­mazlar. Fekat, başlangıcda hâsıl olan her cezbenin de yetişeceği söylene­mez. Arkasından sülûk gelen cezb, yol göstermek için yetişir. Sülûke ka­vuşmazsa, kısır bir meczûbdur. Sevilmişlerden değildir.

SON: Tesavvuf büyüklerinden birçoğu “kaddesallahü teâlâ esrâre­hüm”, (Tecellî-i zâtî) şü’ûrü giderir ve hissi yok eder dediler. Bunlardan bir­kaçı, kendi hâllerini şöyle anlatdı: Tecellî-i zâtî hâsıl olunca, uzun zemân hissiz, hareketsiz düşmüşüm. Herkes, beni öldü zan etmiş. Birkaçı da, Te­cellî-i zâtî üzerinde konuşmağı ve başka şeyleri yasak etdiler. Sözün doğ­rusu ise, bu Tecellî-i zâtî, ismlerden bir ismin perdesi arkasından olmakda­dır. Perdenin arada kalması, tecellîye kavuşanın, varlığında kalan eserin çok­luğu kadar uzun sürer. Şü’ûrun gitmesi de, kalan bu eserden ileri gelmek­dedir. Eğer tam fânî olup da, (Bekâ billah) ile şereflenirse, bu tecellî onun şü’ûrunu hiç gidermez. Arabî beyt tercemesi:

Ateş, içine düşen kimseyi yakar, Ateş olmuş kimse ise, nasıl yanar?

Bir kimse ateşe düşerse yanar, kül olur. Bir kimse, yanıp ateş olmuş ise, ateş artık onu yakamaz.

Perde arkasında olan tecellî, (Tecellî-i zât) değildir. (Tecellî-i sıfât) demek­dir. Resûlullah için olan Tecellî-i zât, perdesiz olan tecellîdir “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye”. Perde bulunması, şü’ûrsuzluk olması ile anlaşılır. Şü’ûrsuzluk, uzaklığı gösterir. Şü’ûr, perdesizliği gösterir. Şü’ûr, tâm olan hu­zûrda olur. Büyüklerden biri, perdesiz olan tecellînin biricik sâhibi olan Muhammed aleyhisselâmın hâlini şöyle anlatıyor. Fârisî nazm tercemesi:

Mûsâ “aleyhisselâm”, sıfatlardan, Bir ışık görüp, aklı gitdi temâm.

Sen ise Muhammed “aleyhisselâm”! Zâtına bakar ve gülerdin müdâm.

Perdesiz olan bu tecellî-i zâtî, sevilmişler için aralıksızdır. Sevenler için ise, şimşek gibi gelip geçicidir. Çünki mahbûbların bedenleri, rûhları gibi olmuşdur. Bu benzerlik bütün bedenlerine işlemişdir. Sevenlerde, bedenin bu benzeyişi çok az olur.