401 274-Mektub

274
İKİYÜZYETMİŞDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, şeyh Yûsüf-i Berkîye yazılmışdır. Çok yükselmek için çalış­mak, yolda görülen şeylere bağlanıp kalmamak lâzım olduğu bildirilmek­dedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! İyi düâlarımı bildiririm. Gönderdiğiniz üç mektûb geldi. Bildirdiği­niz rü’yâlar, hâller ve kerâmetler anlaşıldı. Son hâlinizin kesretde vahde­ti görmek olduğunu yazarken diyorsunuz ki, (Sona kavuşmak demek, ilk hâle dönmek demekdir ve yok olmakdan kurtulmak demekdir. Ya’nî bir ku­lum, yokdan var edilmişim ve Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aley­hi ve alâ âlihi ve sellem” hazretlerinin ümmetiyim) diyorsunuz. Bu hâl doğ­rudur. Önce bildirdiğiniz hâllerin üstündedir. Fekat yolun sonu başkadır. Bu hâlinizden çok hem de pekçok uzakdır. Fârisî beyt tercemesi:

Gidilecek yol uzundur pek; Uygun olmaz kavuşduk demek.

Bundan evvelki mektûbumda yazıldığı gibi, (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesini çok söylemek, kesreti görmeği yok etmek içindir. Allahü teâlâ­ya hamd ve şükr olsun ki, bu güzel kelimenin bereketi ile, o şühûd sizde kal­mamışdır. Dahâ çok ilerlemek isteyiniz ve bunun için çalışınız. Yoldaki ço­cuk eğlencelerine takılıp kalmayınız! Allahü teâlâ, yüksek arzûları olanla­rı sever. Dar tevhîd yolundan çıkarak ana caddeye kavuşmuşsunuz. Bu, çok büyük bir ni’metdir. Eski hâllerinizi düşünmeyiniz! Kesretle karışık olan şühûdün lezzetlerini hâtırınıza getirmeyiniz! Bir zemânınızı bu yolda iler­lemekle geçiriniz. Çok afyon çekenleri gördüm. Afyondan vaz geçmişler­di. Onun kötülüğünü anlamışlardı. Çok zemân sonra, afyon içdikleri gün­leri ve o hâllerdeki zevkleri hâtırlıyarak ve konuşarak, sonunda eski hâl­lerine döndüler.

Yavrum! Kesret aynalarında olan şühûd, insana tatlı gelir. Hiçbir mah­lûkla ilişiği olmıyan şühûd ise, herşeyi unutdurur. İnsana hiç tatlı gelmez. Rehberin yardımı olmadan bu yolda ilerlemek çok güçdür. Kıymetli kar­deşim, mevlânâ Ahmed-i Berkîyi oradaki insanlar, zâhir ilmlerinde âlim sa­nıyorlar. Kendisi de, kendi hâllerini ve arkadaşlarının hâllerini bilmiyor. Çünki bâtını, hiçbirşeyle ilişiği olmıyan şühûd iledir. Bu şühûd ise, herşe­yi unutdurur. Onun îmânı, gaybden inanan âlimlerin îmânı gibidir. Onun bâtını, yüksek yaradılışlı olduğu için, kesretle karışık şühûdü istemiyor. Zâ­hiri de tesavvufcuların anlamadan söylediklerine aldırmamakda ve aldan­mamakdadır. Onun kıymetli vücûdü, oradaki kardeşlerimiz için büyük bir ni’metdir. Sizde hâsıl olduğunu bildirdiğiniz hâl, onda çok önce hâsıl ol­muşdur. O, hâllerini bilse de bilmese de, bu fakîre göre, oraların feyz ve be­reketi mevlânâ Ahmedin vücûdüne bağlıdır “kaddesallahü teâlâ sirre­hül’azîz”. Oradaki keşf sâhiblerinin bunu anlamamış olmalarına çok şaşı­lır. Bu fakîrin bildiğine göre, Mevlânânın büyüklüğü güneş gibi meydân­dadır ve açıkdadır. Dahâ yazarak başınızı ağrıtmıyayım. Son nefesimiz için düâ buyurmanızı dilerim. Vesselâm.