503 313-Mektub

313
ÜÇYÜZONÜÇÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, hâce Muhammed Hâşime “rahmetullahi teâlâ aleyh” ya­zılmışdır. Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerinin nasıl olduğunu ve tarîkat-i aliy­ye-i Nakşibendiyyede riyâzet çekilmesi olmadığını ve bu yolun niçin haz­ret-i Ebû Bekre bağlı olduğunu ve bir Peygamberin vilâyetindeki sâliki, başka bir Peygamberin vilâyetine geçirmeği ve gömleğin önü açık olma­lı mı yoksa olmamalı mı ve kelime-i tevhîd ve zikri ve birkaç edebi bildir­mekdedir. Bu mektûb, Mektûbâtın birinci cildinin son mektûbu olmakda­dır. Hepsi, Resûller adedince ve Bedr gazvesindeki mücâhidler adedince, üçyüzonüç olmakdadır. Bu mektûbun sonuna, büyük oğlunun birkaç mek­tûbunun da eklenmesini emr buyurdular. Böylece, düâ ve Fâtiha okunma­sını dilediler:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun çok sevdiği Peygamberine salât ve se­lâm olsun! Din ve dünyâ se’âdetinize düâ ederim!

Kardeşim, Muhammed Hâşim “rahmetullahi teâlâ aleyh”! Mîr seyyid Muhibbullahın mektûbunda da bildirdiğiniz sorulara, bildiğim kadar cevâb yazarak gönderiyorum:

Süâl 1: Allahü teâlâya yaklaşmak için, Fenâ-fillah ve Bekâ-billah ve Cez­be ile Sülûk makâmlarının hepsini geçmek lâzımdır.

Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, mahlûkların en iyi­sinin “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sohbetinde bir kerre bulun­makla, bütün ümmetin Evliyâsından dahâ üstün oldular. Acabâ bütün bu Seyr ve Sülûk ve Fenâ ve Bekâ, bunlarda bir sohbetde mi hâsıl oldu? Yok­sa, bu bir sohbet, seyr ve sülûkun ve fenâ ve bekânın hepsinden dahâ mı üs­tün idi?

Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Fenâ ve Bekâla­rı, O hazretin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” teveccühü ve tesarru­fu ile mi idi? Yoksa, yalnız müslimân olmakla mı idi? Bunlar sülûk ve cez­be hâllerini ve makâmlarını biliyorlar mı idi? Yoksa, bilmiyorlar mı idi? Eğer biliyorlar idi ise, bu hâllere ve makâmlara ne ism vermişlerdir? Eğer on­larda sülûk ve cezbe yolları yokdu denirse, bu tarîkatlerin bid’at-i hasene olmaları lâzım gelmez mi?

Cevâb 1: Bu güc sorularınızı cevâblandırmak, yazmakla olmaz. Bir ara­da bulunmak, uzun zemân hizmet etmek lâzımdır. Bu kadar zemân içinde kimsenin söylemediği şeyleri bir def’ada söylemek ve bir kalemde yazmak kolay olur mu sanıyorsunuz? Fekat, sorduğunuz için, cevâbsız bırakmak da olamaz. Elimden geldiği kadar bunu çözmeğe çalışacağım, iyi dinleyiniz!

Fenâ ve Bekâ ve Sülûk ve Cezbe ile olan yaklaşmağa (Kurb-i vilâyet) de­nir. Bu ümmetin evliyâsı, bu yaklaşmak ile şereflenmişlerdir. Eshâb-ı kirâ­mın, Hayr-ül-enâmın sohbetinde “aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm” kavuşdukları yakınlık ise, (Kurb-i nübüvvet)dir. Resûlullaha uyarak ve Ona vâris olarak kavuşmuşlardır.

Böyle yaklaşmakda, ne Fenâ vardır, ne Bekâ ve ne Cezbe vardır, ne de Sülûk. Bu kurb, vilâyet kurbundan katkat dahâ yüksek ve üstündür. Çün­ki bu kurb, asla yaklaşdırır. Vilâyet kurbu ise, zılle, gölgeye yaklaşdırır. Ne kadar başka olduklarını buradan anlamalıdır. Fekat, herkesin anlayışı bu ma’rifetin tadını alamaz. Nerde ise, bu ümmetin yüksekleri de, bu ma’ri­feti anlamakda, câhiller gibi kalırlar. Fârisî beyt tercemesi:

Ebû Alî Sînâ kalenderlik yapsaydı, kalenderlerin hepsi sofî olurlardı.

Evet, eğer Peygamberlik kurbunun kemâllerine, vilâyet kurbu yolundan çıkılırsa, o zemân Fenâ, Bekâ, Cezbe ve Sülûk lâzım olur. Çünki, vilâyet kur­bunda yükselmek için, bunlar lâzımdır. Fekat, Vilâyet yolundan gidilme­yip, Peygamberlik kurbunun caddesi seçilirse, Fenâ, Bekâ, Cezbe ve Sülûk hiç lâzım değildir. Eshâb-ı kirâm, nübüvvet kurbunun caddesinden ilerle­diler. Bunun için, Cezbe, Sülûk, Fenâ ve Bekâ, bunlara hiç lâzım olmadı. Bu ma’rifeti, mevlânâ Emânullaha yazılan mektûbda da arayınız! Bu fakîr, mektûblarımda ve kitâblarımda, hâlimin sülûk ve cezbenin ötesinde ve te­cellîlerin, zuhûrların ötesinde olduğunu yazmışdım.