500 312-Mektub

(Teşehhüdde otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile işaret eder mi? İmâm-ı Muhammed bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi. Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler, işâret edilmez dedi. (Kübrâ)da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işâret edilir de-di).

Görülüyor ki, işâret etmenin harâm olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh olduğunu bildiren fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, üsûl ha­berleri böyledir diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, ha-dîs-i şerîf vardır diyerek, işâret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları ile harâm veyâ mekrûh ve yasak olduğu bildiri­len bir işi yapmamız doğru olmaz. Yasak olduğunu bildiren fetvâlar kar­şısında, hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işâret etmesi, iki fik­ri gösterir: 1- İctihâd derecesinde, yüksek olan bu din âlimlerinin işâret edileceğini bildiren, meşhûr hadîslerden haberleri yok imiş demek olur. 2- Yâhud, hadîs-i şerîfleri işitmişler, fekat, bu hadîslere uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek bayağı veyâ çok inâdcı ol­mak gerekir. (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki, (Eski âlimler, nemâzda şehâ­det parmağı ile işâret ederdi. Sonraları, şî’îler, bu işde taşkınlık yapdığın­dan, sonra gelen hanefî âlimleri, işâret etmeği, Ehl-i sünnete yasak etdi. Böylece, sünnîler, şî’îlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de, kıymetli kitâb­lardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü), i­şâret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor. Ya’nî, eski âlimler işâret edilmez buyurmuşdur. O hâlde, bu işin şî’îlikle bir ilgisi yokdur. İşâ­ret edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı ta­kınarak, bize düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işâret etmenin ha­râm ve mekrûh olacağına bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi. İşâret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildi­ren haberleri söyledikden sonra, (Böyle demişler ise de, doğrusu işâre­tin harâm olduğudur) buyurmazlardı. Demek ki, bu din büyükleri, işâre­tin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesîkaların doğru olduğunu anlamışlardır). Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç hadîs-i şerîf işitmemiz, delîl ve sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgileri ele geçir­miş bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin ha­lâl veyâ harâm olmasına vesîka olamaz. Birşeyin halâl veyâ harâm olma­sı için, müctehidin zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedle­rini örümcek yuvasından dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberleri)ne bozuk, çürük demek ve âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberi hiçe saymak ve bu haberlere yan­lış demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur. İslâmın büyük âlimleri, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak zemânına ya­kın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok ol­duğu ve harâmdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkma­ları, son derece fazla olduğu için, hadîs-i şerîfleri, bizim gibi, din bilgile­rinden haberi olmıyan,