387 272-Mektub

272
İKİYÜZYETMİŞİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mîr seyyîd Muhibbullah-i Mankpûrîye yazılmışdır. Îmân-ı gaybın îmân-ı şühûdîden üstün olduğu ve tevhîd-i şühûdî ile tevhîd-i vücû­dî bildirilmekdedir:

Önce, Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ederim! Kıymetli karde­şim seyyid mîr Muhibbullah! Biliniz ki, Allahü teâlânın var olduğuna ve sı­fatlarına, gaybden, görmeden inananlar, Peygamberlerdir ve onların Eshâ­bıdır “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Geriye tâm dönmüş olan Evliyâ da, çok az, hem de pek çok az sayıda olup, Eshâb-ı kirâm gibidirler. Âlim­ler ve bütün mü’minlerin îmânları da, gaybdan îmândır. (Uzlet), ya’nî yal­nız yaşıyan Velîlerin ve (Işret) ya’nî insanlar arasına karışmış Velîlerin îmânları ise, îmân-ı şühûdîdir. Işretde olan tesavvufcular da geriye dönmüş­dürler. Fekat, tâm dönmüş değildirler. Bâtınları, yukarıya bakmakdadır. Zâ­hirleri, ya’nî bedenleri halk arasında, bâtınları ise Hak teâlâ iledir. Bunla­rın îmânı, bunun için, hep îmân-ı şühûdîdir. Peygamberler “aleyhimüssa­levâtü vetteslîmât” geriye tâm dönmüşlerdir. Zâhirleri ile de, bâtınları ile de, insanları Allahü teâlâya çağırmakdadırlar. Bunların îmânları, bunun için, gaybden ya’nî görmeden inanmakdır. Ba’zı kitâblarımda yazılı olduğu gi­bi, geri dönmüş olmakla birlikde, yukarıya bağlı kalmak bir kusûrdur. So-na varmış olmamakdır. Tâm olarak geri gelmek, en sona varmış olmağı gös­terir. Tesavvufcular, iki tarafa da bağlı kalmağı üstünlük sanıyorlar. Teşbîh ile tenzîhi kendinde toplıyanları yüksek biliyorlar. Fârisî mısra’ terceme­si:

Onlar, onlardır, ben de böyleyim yâ Rab!

Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” da’vet makâmından ay­rılıp da, bâkî olan âhıret âlemine girince ve geri dönmekle yapdıkları va­zîfeleri temâm olunca, (Refîk-ul-a’lâ) diyerek, tâm olarak Allahü teâlâya dönerler. Yakınlık mertebelerinde ilerlerler. Arabî beyt tercemesi:

Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun, Zevallı âşık, birkaç damla ile doysun!

Bu fakîre göre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” üstünlük, yükselirken çokluğun [mahlûkların] hepsini unutmakdır. Hattâ, Allahü teâlânın ismle­rini ve sıfatlarını da unutmakdır. Bâtının, Allahü teâlânın zâtından başka birşeyi görmemesidir. Sonra, olan olur. Geri inerken de, yalnız çokluğu gör­mekdir. Her mü’min gibi, o da mahlûklardan başka birşey görmemelidir. İbâdet etmekden ve insanları Allahü teâlâya inanmağa ve emrlerine uyma­ğa çağırmakdan başka birşeyle uğraşmamakdır. Bu da’vet işini bitirip, bu fânî âlemden ayrılınca, bütün bütün Allahü teâlâya dönmekdir. Îmân-ı gaybden kurtulup, îmân-ı şühûdîye kavuşmakdır. İşitdiklerini önünde bul­makdır. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ni’metidir ki, ancak dilediğine verir. Onun ihsânları pekçokdur. Yarıda kalmış olanlar, tâm dönmeği noksânlık sanır. Bâtının Allahü teâlâya dönmesini, insanları da’vet etmek ve yükselt­mek için onlara dönmesinden dahâ üstün bilirler. Hâlbuki, insanlara dönen, kendi isteği ile dönmemiş,