454 290-Mektub

Allahü teâlânın büyük ni’meti olarak, bu şühûd, perdelenmeyip, devâm ederse, buna (Yâd-i dâşt) demişlerdir ki, gayb olmıyan huzûr demekdir. Çünki şühûd, perdelenirse, gayb olur. Perdelenmeden devâmlı olmadıkca, Yâd-i dâşt denilmez. Bura­da bir incelik vardır: Her kavuşan, geriye döner. Fekat huzûru devâm eder. Fekat, bu nisbetin onda bulunması, şimşek çakar gibi olur. Mahbûblarda ise, böyle değildir. Çünki bunlarda, cezbe, sülûkden öncedir. Huzûrun bunlarda bulunması, devâmlıdır. Bütün varlıkları bu nisbet olmuşdur. Yu­karıda buna işâret eyledik. Bedenleri, rûhları gibi olmuşdur. Bâtınları, zâhirleri gibi ve zâhirleri, bâtınları gibi olmuşdur. Bunun için, bunların hu­zûrları süreklidir. Nisbetleri, bütün nisbetlerden üstün olmuşdur. Kitâbla­rında ve risâlelerinde, böyle olduğu bildirilmekdedir. Çünki (Nisbet), hu­zûr demekdir. Huzûrun son mertebesi de, perdesiz devâmlı olmasıdır. Bu yolun büyüklerinin, bu nisbet yalnız bizimdir demeleri, bu yolu, bu ni’me­ti elde etmek için kurdukları bakımındandır. Böyle olduğunu biraz önce bil­dirmişdik. Yoksa, başka silsilelerin büyüklerinden birkaçına hâsıl olması da câizdir ve hâsıl olmuşdur. Evliyânın büyüklerinden şeyh Ebû Sa’îd-i Ebül-Hayr “kaddesallahü sirreh” bu huzûra işâret etmekde ve üstâdından bunu açıklamasını istemekdedir. Bu iş devâmlı mıdır demiş. Üstâdı ise, hayır de­vâmsızdır demişdir. Tekrâr sormuş. Tekrâr bu cevâbı almış. Üçüncü soru­şunda, üstâdı, devâmlı olabilir. Fekat, çok az kimselere nasîb olur buyur­muşdur. Şeyh bunu işitince raks ederek, bu, o çok az rastlananlardan biri­dir demişdir.

Mutlak nihâyet, ötelerin ötesidir demişdik. Bunu açıklıyalım. Bu huzûr hâsıl oldukdan sonra, ilerlenirse, hayret girdâbına düşülür. Bu huzûr da, baş­ka mertebeler gibi, arkada kalır. Bu hayrete, (Hayret-i kübrâ) denir. Bü­yüklerin büyükleri içindir “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”. Böyle olduğu, kitâblarında bildirilmekdedir. Büyüklerden biri, bu makâmda şöyle bildi­riyor. Fârisî beyt tercemesi:

Güzelliğin beni alt üst etdi. Birşey bilmiyorum, aklım gitdi.

Bir başkası buyuruyor ki, fârisî beyt tercemesi:

Hiç yok, yalnız O var dediler, yükseldiler. yüce serâydan, hepsi eli boş döndüler.

Bu hayret hâsıl oldukdan sonra, (Ma’rifet makâmı) vardır. Acabâ kimi bu ni’mete kavuşdururlar? Hayret makâmı olan (Küfr-i hakîkî)den sonra, (Îmân-ı hakîkî)ye kavuşdururlar. İşin iç yüzünü bilenlere göre, aranılan en son makâm budur. Da’vet makâmı ve islâmiyyetin sâhibine tâm uymak bu­rasıdır “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye”. Yûsüf sûresinin yüzsekizin­ci âyetinin, (Ben herkesi ve bana tâbi’ olanları, Allahü teâlâya da’vet ede­rim) meâl-i şerîfinde bildirilen da’vet, bu makâmda yapılır. O, dînin ve dün­yânın efendisi “aleyhissalâtü vesselâm”, (Yâ Rabbî! Bana, doğru îmân ve sonu küfr olmıyan yakîn ihsân eyle!) diyerek, bu îmânı istemişdir. Hayret makâmı olan (Küfr-i hakîkî)den Allahü teâlâya sığınmış, (Fakrden ve küfrden sana sığınırım) buyurmuşdur. Bu mertebe, Hakk-ul-yakîn merte­belerinin son mertebesidir. Bu makâmda, bilmek ve görmek, birbirlerine perde olmazlar.