353 266-Mektub

Hem de Onun ilminde iki zıddın, bir ara­da bulunması görünüşdedir. Yoksa, orada zıdlık yokdur. Meselâ, bir kim­seyi, bir ânda, hem var, hem yok bilir. Fekat, yine o ânda onun varlığını, me­selâ hicretden bin sene sonra ve birinci yokluğunu, bu varlıkdan evvel, ikin­ci yokluğunu da meselâ, varlığından yüz sene sonra olarak bilmişdir. O hâl­de, arada zıdlık yokdur. Zîrâ, varlığın ve yokluğun zemânları başkadır. İş­te Allahü teâlâ, ayrı ayrı, başka başka, zerreleri bir ânda biliyorsa da, ilmin­de değişmek olmuyor. Felsefecilerin zan etdiği gibi, ilm sıfatında sonradan birşey hâsıl olmuyor. Çünki birşeyin bilgisi, evvelki şeyin bilgisinden son­ra hâsıl olmuyor ki, ilmde değişiklik olsun. Herşeyi bir ânda bildiğinden, ilminde değişiklik ve yenilik hâsıl olmaz. O hâlde, ilmde değişiklik olma­dığını anlatmak için, ilm, eşyâya, çeşidli bağlantılarla bağlanmışdır de­mek ve bunların değişdiğini söylemek lüzûmsuzdur. Nitekim felsefecileri susdurmak için, ba’zı büyüklerimiz böyle söylemişdir. Bu bağlantıların, eş­yâya bağlanmasında değişiklik olur denirse yerinde olur.

Allahü teâlânın sıfât-ı sübûtiyyesinden biri, Kelâm sıfatıdır. (Kelâm sıfatı), ya’nî söylemesi de, bir basît kelimedir ki, ezelden ebede kadar, hep o bir kelâm ile söyleyicidir. Bütün emrler, bütün yasaklar, bütün bil­dirilen şeyler, bütün süâller, bütün dilekler, hep o bir kelâmdır. Gönderdi­ği bütün kitâblar ve sahîfeler, hep o bir basît kelâmdandır. Tevrât ondan meydâna gelmiş, Kur’ân-ı kerîm, ondan nâzil olmuş, inmişdir.

Allahü teâlânın [Sıfât-ı sübûtiyyesinden biri, (Tekvîn) sıfatıdır. Ya’nî ya­ratıcıdır]. Bütün yaratdıkları, yapdıkları da, bir fi’l, bir yapışdır ki, ilk ya­ratdığından, sonsuza kadar yaratmaları, hep o bir fi’l ile var olmakdadır. (Bir göz kırpacak zemânda herşeyi yapdık) meâlindeki âyet-i kerîme, bunu gösteriyor. Hayât vermesi ve öldürmesi, hep o bir fi’l iledir. Yaratması ve yok etmesi de o fi’ldendir. Fi’linde de çeşidli bağlantılar yokdur. Bir te’al­luk ile ilk ve sonradaki herşeyi kendi zemânlarında yaratıyor. Akl, onun fi’li­ni [işini] anlıyamıyacağı gibi, fi’lin bağlanmalarına da erememekdedir. Aklın oraya yolu yokdur. Ehl-i sünnet âlimlerinden, Ebül-Hasen-i Eş’arî bile, Allahü teâlânın fi’lini anlıyamıyarak, tekvîn sıfatına, ya’nî yaratma­sına sonradan olma hâdisdir, dedi. Ya’nî herşeyi yapması, yapdığı zemân meydâna geliyor dedi. Hâlbuki, her zemân yapılan işler, ezeldeki fi’lin eserleri, meydâna çıkmalarıdır. Yoksa, fi’linin kendisi değildir. Tesavvuf bü­yüklerinden, fi’llerini görüyoruz, ya’nî Tecellî-i ef’âle kavuşduk diyenler de, böyle yanılıyor. Herşeyde, Allahü teâlânın fi’lini görüyoruz sanıyorlar. Hâlbuki, o tecellîler, görünenler, fi’lin kendisi değil, eserleridir. Zîrâ, Al­lahü teâlâ, görülemediği gibi, fi’li de görünmez, his olunamaz, düşünülemez ve akl ile anlaşılamaz. Onun fi’li de, bütün sıfatları da kadîmdir. Sonradan olma değildirler. Kendisi ile hep vardırlar. Onun fi’line (Tekvîn) denir, mah­lûkât aynasına yerleşmez ve görülmez. Fârisî beyt tercemesi:

Dar olan, şekl ve sûret kabına ma’nâ nasıl sığar? Dilenci kulübesinde sultânın ne işi var?

Bu fakîre göre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, Allahü teâlânın ken­di tecellîsi olmaksızın, fi’llerinin ve sıfatlarının tecellîsi olamaz.