400 273-Mektub

Şeytânın sözlerini âyet-i kerîmeden ayıramadılar. Orada bulu­nan kâfirler bağırmaya başlıyarak, Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. Orada bulunan müslimânlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. O Server “aleyhissalâtü vesselâm” şeytâ­nın sözlerini anlamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâb-ı kirâm, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. O Server “aleyhi ve alâ âlihis­salâtü vesselâm” düşünceye daldı ve çok üzüldü. Hemen Cebrâîl-i emîn “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vahy getirdi. O sözleri şeytânın ka­rışdırdığı, bütün Peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildir­di. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerîme arasından çıkardı. Kendi kelâmı­nı sapsağlam yapdı. Görülüyor ki, o Server “aleyhi ve alâ âlihissalâtü ves­selâm” hayâtda iken ve uyanık iken ve Eshâb-ı kirâm arasında, şeytân-ı la’în o Serverin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” sözüne kendi bozuk şeyle­rini karışdırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. O Server “aleyhi ve alâ âli­hissalâtü vesselâm” vefât etdikden sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rü’yânın şeytânın karışmasından korun­duğunu ve onun değişdirmediğini anlıyabilir? Şunu da söyliyelim ki, mev­lid okuyanların ve dinleyenlerin zihnlerinde Resûlullahın bu işden râzı ol­duğu yerleşmiş bulunmakdadır. Çünki övülen kimseler, övenleri beğenir. Bu düşünce, hayâllerinde yerleşerek, hayâllerindeki şekli, sûreti rü’yâda görebilirler. Bu rü’yâ doğru olmadığı gibi, şeytân da karışmış değildir. Şu­nu da bildirelim ki, rü’yâlar doğru olsa bile, arasıra göründüğü gibi çıkar. Meselâ, rü’yâda birisi görülürse, o kimsenin kendisi anlaşılır. Doğru olan rü’yâlar, çok olur ki, görüldüğü gibi çıkmaz. Bundan başka birşey anlamak, ya’nî ta’bîr etmek lâzım gelir. Meselâ, rü’yâda Ahmed görülür. Ahmed ile Mehmed arasında sıkı bağlantı olduğundan, bu rü’yâdan Mehmed anlaşı­lır. Bu bildirdiklerimiz gösteriyor ki, oradaki sevdiklerimizin gördükleri rü’yâlara şeytân karışmamış olsa bile, bu rü’yâların, görüldüğü gibi oldu­ğu nereden anlaşılır? Bunları ta’bîr etmek lâzım olmadığı ve başka şeyle­ri göstermedikleri nasıl söylenebilir? Demek ki, rü’yâlara kıymet verme­melidir. Herşey, insan uyanık iken vardır. Bunları uyanık iken görmeğe ça­lışmalıdır. Uyanık iken görülen, bulunan şeylere güvenilir. Bunlar, ta’bîr et­mek istemez. Rü’yâda ve hayâlde görülen şeyler de, rü’yâ ve hayâldir. Oradaki sevdiklerimiz, çok zemândan beri kendi kendilerine yaşıyorlar. Di­lediklerini yapıyorlar. Fekat, mîr Muhammed Nu’mânın, büyüklerin yolu­na uyması elbette lâzımdır. Yasak edildikden sonra, bir an bile duraklamak­dan Allahü teâlâ korusun. Eğer duraklarsa, kime zararı olur? Yolumuza uy­gun olmadığı için, yasak etmekde sıkı davranıyorum. Yolumuza uymıyan şey şarkı, raks, dans olsun veyâ mevlid, kasîde, gazel okumak olsun birdir. Her yolun maksûda kavuşduran özel şartları vardır. Bu tarîkde maksada ka­vuşabilmek, bu işleri yapmamağa bağlıdır. Bu yolda ilerlemek istiyenlerin bu yola uygun olmıyan şeylerden sakınması lâzımdır. Başka yollarda yapıl­dığına bakmaması lâzımdır. Behâüddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” buyur­du ki, (Biz bu işi yapmayız ve kötü de bilmeyiz). Ya’nî bu iş, bizim yolumu­za uygun olmadığı için yapmayız. Fekat başka tarîkatlerin büyükleri yap­dıkları için, inkâr da etmeyiz. Firûz-âbâd ya’nî Delhi şehri, biz fakîrlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sığınağıdır. Bize bağlı olanların en kıymetlileri oradadır. Bu yüksek yola uygun olmayan birşeyin orada görül­mesi, biz fakîrleri ne kadar üzse yeridir. Bâkî-billah “kuddise sirruh” haz­retlerinin kıymetli oğulları oradadır. Onlara, yüce babalarının yolunu ko­rumak dahâ çok yakışır. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” haz­retleri vefât edince, onun mubârek yolu her tarafda bozulmağa başlarken, oğulları sımsıkı sarılıp, bu yolu korudular. Değişiklik yapanlara karşı dur­dular. Böyle olduğunu siz de biliyorsunuz.

Hocamız Bâkî-billah “kuddise sirruh” hazretlerinin selîm, yumuşak huylu olduğunu yazıyorsunuz. Evet, başlangıcda, ba’zı işlerde melâmîlik yo­lunu tutarak, kolaylık gösterirlerdi. Melâmet yolunu benimsiyerek ba’zı şey­lerde azîmeti bırakırdı. [Azîmet, her şeyin en iyisini yapmağa çalışmak, izn verilen şeylerden sakınmak demekdir.] Son zemânlarında bu işlerin hiçbi­rini yapmadılar. Melâmet kelimesini ağızlarına almadılar. İnsâf ederek söyleyiniz! Eğer kendileri şimdi hayâtda olsa idi, o cem’iyyetinize, toplan­tınıza râzı olurlar mı idi? Beğenirler mi, yoksa beğenmezler mi idi? Bu fa­kîr iyi biliyorum ki, hiç izn vermezlerdi. Elbette inkâr ederlerdi. Bunları yaz­makdan maksadım, işin doğrusunu bildirmekdir. Dinleseniz de, dinleme­seniz de, hiç sıkılmam ve birşey söylemem. Eğer, kıymetli oğulları ve ora­daki sevdiklerimiz, o işlerden vazgeçmezlerse, onlarla görüşmemiz sona ere­cekdir. Başınızı çok ağrıtmıyayım. Sonunuz selâmet olsun.