Zulmânî ve nûrânî konakları aşmağa başlanabilir. Fekat şunu iyi bilmelidir ki, böyle konakları aşarak yükselebilmek ancak, yolu bilen, yolu gören, yol gösteren, kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetişdirebilen) bir rehberin teveccühü ve tesarrufu ya’nî idâre etmesi ile olabilir. Bunun bakışları, kalb hastalıklarına şifâ verir. Onun teveccühü, ya’nî kalbini bir kimseye çevirmesi, kötü, çirkin huyları insandan siler, süpürür. Bunun için önce, bir rehber aranır. Allahü teâlâ, lutf ve ihsân ederek, bunu tanıtırsa, bunu tanımağı en büyük ni’met bilmelidir. Ondan ayrılmamalıdır. Ona ve bütün emrlerine uyulur. Abdüllah-i Ensârî buyuruyor ki, (Yâ Rabbî! Dostlarını nasıl yapdın ki, onları tanıyan, sana kavuşuyor. Sana kavuşamıyacaklar, onları tanıyamıyor). Kendi arzû ve isteklerinden geçer. Onun isteklerine uyar. Hiçbir isteği kalmaz. Ona tâbi’ olmağa cânla, başla uğraşır. Se’âdetini, onun emrlerini yapmakda bilir. Uyduğu rehber de, isti’dâdına elverişli olan vazîfeyi, buna emr eder. Zikri veyâ teveccühü, yâhud murâkabeyi işâret eder. Yalnız sohbetin kâfi olacağını anlarsa, yalnız bunu emr eder. Bir kâmil ve mükemmilin sohbeti ele geçerse, tesavvuf yolunda ilerleten şartlarından hiçbir şarta, artık lüzûm kalmaz. Tâlibin hâline uygun gördüğünü, ona emr eder. Şartlardan ba’zısında kusûru olursa, onun sohbeti, bu eksiklikleri temâmlar. Teveccühü, kusûrlarını giderir. Böyle bir sohbet ile şereflenemiyen bir kimse, eğer murâdlardan, seçilmişlerden ise, onu çekerler. Sonu olmıyan lutflarla, onun işini bitiriverirler. Kendisine lâzım olan her şartı, her edebi ona bildirirler. Tesavvuf yolunda ilerlemesi için, eski büyüklerden ba’zısının rûhlarını ona rehber, vâsıta yaparlar. Çünki, Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki, bu yolun konaklarını aşabilmek için, büyüklerin rûhlarını vâsıta, sebeb kılmışdır. Bu kimse, eğer mürîdlerden ise, bunun işi, rehbersiz tehlükeli olur. Rehber buluncıya kadar, rehbere kavuşdurması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Tesavvuf yolunda gözetilmesi lâzım olan şartları da öğrenmesi ve bunlara ri’âyet etmesi lâzımdır. Bu şartların en başda geleni, nefse uymamakdır. Bu da, vera’ ve takvâ ile olur. Vera’ ve takvâ, harâmlardan sakınmak demekdir. Harâmlardan sakınabilmek için, mubâhların lüzûmundan fazlasını terk etmelidir. Çünki mubâhları, [ya’nî yasak olmıyan şeyleri], alabildiğine yapan kimse, şübheli olanları işlemeğe başlar. Bunlar ise, harâma yakındır, ya’nî harâm işlemek ihtimâli çok olur. Uçurum kenârında yürüyen, içine düşebilir. Demek ki, harâmdan sakınabilmek için, mubâhların fazlasından kaçmak lâzımdır. Bu yolda ilerlemek için vera’ sâhibi olmak şartdır dedik. Çünki insanın işleri, iki şeyden biridir: Yâ emr edilen şeydir, yâhud yasak edilmiş şeylerdendir. Melekler de, emr edilen şeyleri yapmakdadır. Bunu yapmak, insanı ilerletseydi, melekler de, terakkî ederdi. Meleklerde, yasak edilen şeyden sakınmak yokdur. Çünki onlar, yasakları yapmıyacak şeklde yaratılmışdır. Yasakları işleyemezler. Onun için, meleklere birşey yasak edilmemişdir. Demek ki, terakkî etmek, yasaklardan sakınmakla olabilmekdedir.
Bu sakınmak ise, nefse uymamak demekdir. Allahü teâlâ, dinleri, nefsi isteklerinden kurtarmak için, karanlık, kötü âdetleri yok etmek için gönderdi. Çünki nefs, hep harâm işlemek veyâ mubâhları lüzûmundan fazla yaparak, böylece harâma kavuşmak ister. Demek ki, harâmlardan ve mubâhların fazlasından sakınmak, nefse uymamak demekdir.
4:46 minutes ( 2.21 MB)