424 286-Mektub

Zulmânî ve nûrânî konakları aşmağa başlanabilir. Fekat şunu iyi bilmelidir ki, böyle konakları aşarak yükselebilmek ancak, yolu bilen, yolu gören, yol gösteren, kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetişdirebilen) bir rehberin teveccühü ve tesarrufu ya’nî idâre etmesi ile olabilir. Bunun ba­kışları, kalb hastalıklarına şifâ verir. Onun teveccühü, ya’nî kalbini bir kim­seye çevirmesi, kötü, çirkin huyları insandan siler, süpürür. Bunun için ön­ce, bir rehber aranır. Allahü teâlâ, lutf ve ihsân ederek, bunu tanıtırsa, bu­nu tanımağı en büyük ni’met bilmelidir. Ondan ayrılmamalıdır. Ona ve bü­tün emrlerine uyulur. Abdüllah-i Ensârî buyuruyor ki, (Yâ Rabbî! Dost­larını nasıl yapdın ki, onları tanıyan, sana kavuşuyor. Sana kavuşamıyacak­lar, onları tanıyamıyor). Kendi arzû ve isteklerinden geçer. Onun istekle­rine uyar. Hiçbir isteği kalmaz. Ona tâbi’ olmağa cânla, başla uğraşır. Se’âdetini, onun emrlerini yapmakda bilir. Uyduğu rehber de, isti’dâdına elverişli olan vazîfeyi, buna emr eder. Zikri veyâ teveccühü, yâhud murâ­kabeyi işâret eder. Yalnız sohbetin kâfi olacağını anlarsa, yalnız bunu emr eder. Bir kâmil ve mükemmilin sohbeti ele geçerse, tesavvuf yolunda ilerleten şartlarından hiçbir şarta, artık lüzûm kalmaz. Tâlibin hâline uy­gun gördüğünü, ona emr eder. Şartlardan ba’zısında kusûru olursa, onun sohbeti, bu eksiklikleri temâmlar. Teveccühü, kusûrlarını giderir. Böyle bir sohbet ile şereflenemiyen bir kimse, eğer murâdlardan, seçilmişlerden ise, onu çekerler. Sonu olmıyan lutflarla, onun işini bitiriverirler. Kendi­sine lâzım olan her şartı, her edebi ona bildirirler. Tesavvuf yolunda iler­lemesi için, eski büyüklerden ba’zısının rûhlarını ona rehber, vâsıta yapar­lar. Çünki, Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki, bu yolun konak­larını aşabilmek için, büyüklerin rûhlarını vâsıta, sebeb kılmışdır. Bu kim­se, eğer mürîdlerden ise, bunun işi, rehbersiz tehlükeli olur. Rehber bulun­cıya kadar, rehbere kavuşdurması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Te­savvuf yolunda gözetilmesi lâzım olan şartları da öğrenmesi ve bunlara ri’â­yet etmesi lâzımdır. Bu şartların en başda geleni, nefse uymamakdır. Bu da, vera’ ve takvâ ile olur. Vera’ ve takvâ, harâmlardan sakınmak demekdir. Harâmlardan sakınabilmek için, mubâhların lüzûmundan fazlasını terk et­melidir. Çünki mubâhları, [ya’nî yasak olmıyan şeyleri], alabildiğine yapan kimse, şübheli olanları işlemeğe başlar. Bunlar ise, harâma yakındır, ya’nî harâm işlemek ihtimâli çok olur. Uçurum kenârında yürüyen, içine düşe­bilir. Demek ki, harâmdan sakınabilmek için, mubâhların fazlasından kaç­mak lâzımdır. Bu yolda ilerlemek için vera’ sâhibi olmak şartdır dedik. Çün­ki insanın işleri, iki şeyden biridir: Yâ emr edilen şeydir, yâhud yasak edilmiş şeylerdendir. Melekler de, emr edilen şeyleri yapmakdadır. Bunu yapmak, insanı ilerletseydi, melekler de, terakkî ederdi. Meleklerde, ya­sak edilen şeyden sakınmak yokdur. Çünki onlar, yasakları yapmıyacak şeklde yaratılmışdır. Yasakları işleyemezler. Onun için, meleklere birşey yasak edilmemişdir. Demek ki, terakkî etmek, yasaklardan sakınmakla ola­bilmekdedir.

Bu sakınmak ise, nefse uymamak demekdir. Allahü teâlâ, dinleri, nef­si isteklerinden kurtarmak için, karanlık, kötü âdetleri yok etmek için gön­derdi. Çünki nefs, hep harâm işlemek veyâ mubâhları lüzûmundan fazla ya­parak, böylece harâma kavuşmak ister. Demek ki, harâmlardan ve mubâh­ların fazlasından sakınmak, nefse uymamak demekdir.