425 286-Mektub

Süâl: Nefs, ibâdet yapmak istemiyor. İbâdet yapmak da, nefse uymamak oluyor. O hâlde, emrleri yapmak da, terakkîye sebeb olmaz mı? Melekle­rin emrleri yapması, nefse uymamak olmadığı için onlar terakkî etmiyor.

Cevâb: Emrleri, ya’nî ibâdetleri yapmağı nefsin istememesi, emr altına girmek istemediği içindir. Nefs, bir emr altına girmek, birşeye bağlanmak istemez. Nefsin bu hâli, [ya’nî başı boş kalmak, birşeye bağlanmamak ar­zûsu da] harâmdır veyâ mubâhların fazlası demekdir. Demek ki, emrleri yapmakla, bu harâmdan veyâ mubâhın fazlasından sakınılmış oluyor. Bu­nun için de, nefse uyulmamış oluyor. Yoksa nefse uymamak, yalnız emrle­ri yapmak demek değildir.

İnsanı kemâle kavuşduran, olgunlaşdıran yollar çokdur. Bunların en fâidelisi, çabuk ulaşdıranı, nefsle mücâdelesi çok olanıdır. Ruhsatdan sa­kınan, azîmet ile amel edenlerin yoludur. (Azîmet), harâmlardan ve mu­bâhların fazlasından sakınmak demekdir. (Ruhsat) ise, yalnız harâm­lardan kaçınmakdır. Tesavvufcuların çoğu (Simâ’) ve (Raks) yapıyor. Ya’nî nağme ile okuyorlar ve dönüyorlar, oynuyorlar. Birçok şartlarla ve evi­rip çevirip, simâ’ ve raksa ruhsat denilebilir. Bunların azîmetle hiç ilgisi yokdur. Hattâ yüksek sesle zikr etmek bile, olsa olsa, ruhsat olabilir. Birçok rehberler, iyi düşünceler ile, bulundukları yolda yenilik, değişik­lik yapmışdır. Bunlara da, pek iyimseyerek, nihâyet ruhsat denilebilir. Hâl­buki, azîmet ile hareket eden büyükler, (Sünnet-i seniyye)den, ya’nî is­lâmiyyetden kıl kadar ayrılmamışdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ec­ma’în”. Yollarına hiçbir yenilik, bid’at karışdırmamışdır. Bunların yolun­da, nefse uymamak, nefs mücâdelesi tâmdır. O hâlde, yolları en iyi, en fâ­ideli yoldur. Çabuk ulaşdırıcıdır ve çok yükseklere ulaşdırmakdadır. Fe­kat son zemânlarda, bu yolu da bozanlar oldu. O büyüklerin izinden ayrılanlar çoğaldı. Değişiklikler, bid’atler yapıldı. Simâ’ ve raksa ve yük­sek sesle zikre başladılar. Bunları, o büyüklerin niyyetlerini kavrıyama­dıkları için yapdılar. Bid’atler karışdırmakla, zemâna uymakla, bu yolu dahâ kıymetlendirdiklerini, olgunlaşdırdıklarını sandılar. Bunlar ile, bu yolu yıkdıklarını, ellerinden kaçırdıklarını anlıyamadılar. Hakkı, doğru­yu meydâna çıkaran ve insanı hidâyet yoluna kavuşduran ancak Allahü teâlâdır. [Yukarıdaki yazılardan anlaşılıyor ki, dünyâ ve âhıret se’âdeti­ne kavuşmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumak lâzımdır. Bu kitâbları bizlere bildiren ve tanıtan da imâm-ı Rabbânîdir. İmâm-ı Rab­bânîyi bizlere tanıtan da Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleridir. Sey­yid Abdülhakim-i Arvâsî hazretlerini tanıtan da, Hakîkat Kitâbevinin ki­tâblarıdır.]

Vücûd, lutf-i ilâhî, hayât, rahmet-i Kerîm,

Ağız, atıyye-i Rahmân, kelâm fadl-ı Kadîm!

Beden, binâ-yı Hudâ, rûh, nefha-i tekrîm,

Kuvvet, ihsân-ı kudret, duygular, Va’zı Hakîm,

Bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var?