271 221-Mektub

Yollarının başında, sonu karışmış olunca, sonunun da, bu başlan­gıca uygun olması lâzım olur. Bu da, yalnız bu fakîrin bildirmekle şereflen­diği bir sondur. Fârisî beyt tercemesi:

Pâdişâh, koca-karı kapısına, gelirse, ey yeğit, sen buna şaşma!

Bundan dolayı, Allahü teâlâya sonsuz hamd ve şükrler olsun!

Kardeşim! Yâ bu yoldan veyâ başka yollardan, bu son mertebeye erişen pekazdır. Eğer sayıları bildirilirse, bize yakın olanlar belki dağılmağa baş­larlar. Uzak olanların inanmamalarına hiç şaşılır mı? Bütün bu ilerlemeler ve en son kavuşmalar, Allahü teâlânın sevgilisinin “aleyhi ve alâ âlihissa­levâtü vetteslîmât etemmühâ ve ekmelühâ” sadakası olarak ihsân olunmak­dadır.

Bu yüksek yola mahsûs olan şeylerden biri:

1-(SEFER DER VATAN)dır. Vatanda ilerlemekdir. (Seyr-i enfüsî) de denir. Seyr-i enfüsî bütün tarîkatlerde de var ise de, bu seyr, ya’nî ilerlemek, yolun sonunda olur. Seyr-i âfâkînin konaklarını geçdikden sonra, bu sey­re başlarlar. Bu yolda ise, işe seyr-i enfüsî ile başlanır. Bu seyr ile, seyr-i âfâ­kî de, birlikde gidilir. İşte, bu seyrin başlangıçda yapılması, nihâyetin baş­langıca yerleşdirilmesidir. Bu yola mahsûs olanlardan başka biri de:

2-(HALVET DER ENCÜMEN)dir. Başkaları arasında, yalnız imiş gibi olmak demekdir. Sefer der vatandan hâsıl olur. Sefer der vatan nasîb olunca, başkaları arasında düşüncenin dağılması da, vatan gibi olan yalnız­lığa sefer eder, gider. Dışardaki zihn dağınıklığı, kalbe sızamaz. Bu yalnız­lık, başka tarîkatlerde, sona varanlarda da hâsıl olur. Fekat, bu yolda baş­langıcda hâsıl olduğundan, bu tarîka mahsûs sayılmışdır. Halvet der encü­men demek, vatan gibi olan yalnızlığın kapılarını kapamak, pencerelerini örtmek demekdir. Ya’nî, herkesin arasında, hiçbirini düşünmemek, kimse ile konuşmamakdır. Yoksa gözleri yummak, kıpırdamamak değildir. Bu yol­da, bunlar yokdur. Kardeşim! Kendini bunları yapmağa zorlamak, yolun ba­şında ve ortasındadır. Sona varanların, bunlar için kendini zorlaması gerek­mez. Herkesin arasında iken kalbini toparlamış, gaflet arasında iken, hu­zûrdadır. Bunu yanlış anlamamalı. Sona varanlar için, herkesin arasında ol­makla, yalnız olmak birdir sanmamalıdır. Doğrusu şöyledir ki, kalbinin hu­zûrda olmasında yalnızlık ve galabalık birdir. Böyle olmakla berâber, zâ­hirini de, kalbi gibi yaparak, zâhirini de tefrikadan, galabalıkdan kurtarır­sa, elbet, dahâ iyi olur. Allahü teâlâ, Müzzemmil sûresinin sekizinci âyetin­de, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” meâlen, (Rabbinin esmâ-i hüsnâsını söyle ve insanlardan ayrıl, Onunla ol! Ondan başka hiçbir şeyi kalbinde bulundurma!) buyurdu.

Çok zemân olur ki, insanların arasında bulunmak lâzım olur. Çünki, in­sanlara karşı olan haklar, vazîfeler vardır. Bunları yapmak lâzımdır. Bun­ları yapmak için, insan arasına karışmak iyi olur. Fekat, kalbin Allahdan baş­ka şeyleri düşünmesi hiçbir zemân câiz değildir. Çünki kalb, yalnız Allahü teâlâ için yaratılmışdır. İnsanın kalbini ve zâhirini ikişer kısma ayırırsak, bu dört parçadan üçü, Allah içindir. Ya’nî kalbin iki kısmı da ve zâhirin bir kısmı, Allah içindir.