347 263-Mektub

263
İKİYÜZALTMIŞÜÇÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, meyân şeyh Tâc için yazılmışdır. Kâ’be-i rabbânî hakkında­dır ve nemâzın ba’zı üstünlükleri bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd ve senâlar olsun. Onun seçdiği, beğendiği iyi insan­lara selâm olsun! Herkesi sevindiren teşrîfiniz haberi, bu âşıklarınızı, se­venlerinizi çok sevindirdi. Bunun için de, Allahü teâlâya hamdler ve şükr­ler olsun! Fârisî iki beyt tercemesi:

Ey mâvi semâ! İnsâf et de öyle söyle!

Bu ikisinden hangisi, dahâ hoşdur şöyle:

Işık saçan güneşinin, çıkışımı şarkdan,

Cihân dolaşan ayımın, doğuşu mu Şâmdan?

Buraya kadar zahmet etmeği arzû buyurduğunuza göre, bâri çabuk teş­rîf ediniz ki, sevenlerinizin gözleri yoldadır. Beytullahdan yeni haberler dinlemek istiyoruz. Bu fakîre göre, insanların ve meleklerin şeklleri, vücûd­leri, Kâ’benin şekline, sûretine secde etdikleri gibi, bu sûretlerin hakîkatle­ri, aslları da, onun hakîkatine secde etmekdedir. Onun hakîkati bütün ha­kîkatlerin üstü ve ona bağlı olan kemâlât, diğer bütün hakîkatlere bağlı ke­mâlâtın üstüdür. Bu hakîkat, sanki mahlûkların hakîkatleri ile, ilâhî hakîkat­ler arasında bir geçiddir. İlâhî hakîkatler demek, onun azametinin, büyük­lüğünün dereceleri olup, orada sıfat ve keyfiyyet yokdur. Ya’nî, nasıl diye so­rulamaz ve hiç zıl ve sûret yokdur. Dünyâda olan terakkîler, yükselmeler ve zuhûrlar, görünüşler, mahlûkların hakîkatlerinin sonuna kadardır. İlâhî ha­kîkatlerden “celle sultânühü” nasîb almak, ancak âhıretde olacakdır. Dün­yâda bunlardan nasîb, ancak nemâzdadır ki, nemâz, mü’minin mi’râcıdır. Ya’nî dünyâdan âhırete yükselten bir merdiven gibidir. Nemâzda sanki dünyâdan çıkıp, âhırete gidilir ve âhıretde kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. Öyle zan ediyorum ki, nemâzda bu devletin hâsıl olması, Kâ’be­ye dönüldüğü içindir. Çünki orası, ilâhî hakîkatlerin “teâlâ ve tekaddeset” zuhûr etdiği yerdir. Görülüyor ki, Kâ’be, dünyâda şaşılacak birşeydir. Gö­rünüşde dünyâdaki evlerden biridir. Hakîkatde ise, âhıretdendir. Kâ’be dolayısı ile nemâzda da, bu hâl hâsıl olmuş, sûreti de, hakîkati de, dünyâ ve âhıreti kendinde toplamışdır. Muhakkak olarak anladım ki, nemâz kılarken hâsıl olan hâller, nemâz dışında hâsıl olan bütün hâllerin üstündedir. Çün­ki bu hâllerin hepsi, zıl ve sûretden kurtulamamış, ne kadar yüksek ve kıy­metli olsalar da, asldan nasîb alamamışlardır. Nemâzdaki hâller ise, asldan nasîblidir. Zıl ile asl ve birşey ile gölgesi arasında ne kadar fark varsa, bu iki hâl arasında da, o kadar fark vardır. Allahü teâlânın lutf ve ihsânı ile mü’minlere ölüm zemânında hâsıl olan hâl, nemâzdaki hâllerin üstüdür. Çün­ki ölüm, âhıret hâllerinin başlangıcıdır. Âhırete yakın olan herşey, dahâ te­mâm ve dahâ üstündür. Çünki dünyâda sûret görünüyor. Âhıret ise, hakîka­tin zuhûr etdiği yerdir. Aradaki farkı bundan anlamalıdır. Bunun gibi, Al­lahü teâlânın ihsânı ile, mezârda hâsıl olan hâller, ölüm zemânında hâsıl olan hâllerden üstündür. Kıyâmet gününün hâli de, kabr hâline göre böyledir. Çünki orada görülen, dahâ temâm ve dahâ kâmildir. Cennetde görülenler, kıyâmet günündekinden dahâ temâm ve dahâ kâmildir. Hâllerin en üstünü ise Peygamberimizin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” haber verdi­ği ya’nî, (Allahü teâlâ, ayrıca bir Cennet yaratmışdır ki, burada Hûrîler ve köşkler yokdur. Burada Allahü teâlâ, güler gibi tecellî eder, görünür) buyur­duğu yerdir. Âhıretdeki hâller, dünyâdaki hâllerin, görünenlerin üstünde­dir. Bunların da en üstünü, hadîs-i şerîfde bildirilen Cennetdir. Hattâ dün­yâ aslın, hakîkatin zuhûr edeceği, görüneceği yer değildir. Dünyâya mahsûs olan, zıllerin, benzerlerin görünmeleri, bu fakîre göre, dünyâ işlerindendir ve hakîkatde, mahlûklara, mümkinlere âid şeylerdir. Bunlardan bir kısmı­na Sıfât-i ilâhiyyenin tecellîsi, ba’zısına da, Zât-i ilâhînin tecellîsi gibi ism­ler vermişlerse de, hepsi dünyâ şeyleri, zıl ve sûretler tecellîsi, görünüşüdür. Bu fakîre göre bu dünyâda olan herşey, sûret ve hayâldir. Burada matlûbun, maksûdun kokusunu bile duymuyorum. Dünyâ âhıretin tarlasıdır ve to­hum ekecek zemândır. Matlûbu burada aramak, boşuna uğraşmakdır. Ele birşey geçmez. Yâhud başka şeyleri matlûb sanarak, insan rü’yâ ile, hayâl ile oyalanıp kalır. Nitekim birçok kimse, bu hâle düşmüşdür. Dünyâda asl­dan haber veren yalnız nemâzdır. Matlûbun kokusu, yalnız nemâzda duyu­lur. Nemâzdan başka şeylerde, bu koku yokdur.

İyiliğe elverişli olmıyan kimse, Fâidelenemez, Peygamberi de görse.