473/474 295-Mektub

295

İKİYÜZDOKSANBEŞİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, hâcı Yûsüf-i Keşmîrîye yazılmışdır. (Nazar ber Kadem) ve (Sefer der Vatan) ve (Halvet der Encümen) bu yolun temel bilgilerinden olduğu bildirilmekdedir:

Bizim yolumuzun “kaddesallahü teâlâ esrâre erbâbihâ” temel bilgilerin­den birisi, (Nazar ber Kadem)dir. (Nazar ber Kadem) demek, bu yolda yükselirken, adımdan dahâ ileriye bakmamak ve adım atmadan önce yük­selmemek demek değildir. Çünki, büyüklerimiz böyle yapmamışdır. Adım­dan ileriye bakmak ve adımını, bakdığı yere atmak demekdir. Çünki, yük­sek mertebelere çıkmak, önce bakmakla, bundan sonra adımını atmakla olur. Bakılan yere basınca, dahâ yukarıya bakılır. Sonra adım da oraya atılır. Bun­dan sonra, dahâ yükseğe bakılır. Böylece ilerlenir. Eğer, adım atılamıyacak yere bakmamalıdır denilirse, bu da doğru olmaz. Çünki adım atılacak yer bitdikden sonra, dahâ yükseğe bakılmazsa, yüksek mertebelerden çoğuna varılamaz. Demek istiyoruz ki, ayak basılacak yerlerin sonu, sâlikin yara­dılışına uygun olan mertebelere kadar değildir. Sâlikin yaradılışında vara­bileceği makâm, zıllinde bulunduğu Peygamberin yaradılışında olan makâ­mın sonuna kadardır. Fekat adım atabileceği yerlere kendiliğinden varabi­lir. İkinci makâmlara, Peygambere uymakla varabilir. Yaradılışına uygun olan makâmdan ileriye adım atamaz. Fekat, ilerisini görebilir. Görüşü ne kadar keskin olursa olsun, zılli üzerinde bulunduğu Peygamberin gördüğü makâ­ma kadar görebilir “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Çün­ki, Peygambere uyanların büyükleri, Peygamberlerin kemâllerinin hepsin­den pay alır. Fekat kendi kendine varabileceği ve Peygambere uymakla ka­vuşabileceği mertebelere kadar, ayak ve görüş birlikde ilerler. Bundan son­ra, adım atamaz. Görüşü yalnız olarak ilerliyerek, Peygamberin görebile­ceği mertebelerin sonuna kadar yükselir. Görülüyor ki, Peygamberlerin görüşleri de, adımlarından dahâ yukarı çıkmakdadır “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât”. Bunlara uyanların büyükleri de, bu büyüklerin gördüğü makâm­ları görebilirler. Peygamberlerin ayak basdıkları makâmlardan pay aldıkla­rı gibi, gördükleri makâmlardan da pay alırlar. Peygamberlerin sonuncusu­nun “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ayak basdığı en son makâ­mın üstünde (Görmek makâmı) vardır. Bu makâm başkalarına âhıret için söz verilmişdir. Başkalarına veresiye olan, Ona peşin olmuşdur “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Ona uyanların yükseklerine bu makâmdan da pay vardır. Fekat bunlar için tam görmek yokdur. Fârisî beyt tercemesi:

Hâfızın bağırması boşuna değildir; Söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir!

Yine sözümüze dönelim. Ayağın, görüşden ayrılması, hiçbir zemân gör­düğü yere adım atmaması demek ise iyidir. Çünki, böyle yapmak, yükselme­ğe mâni’ değildir. Bunun gibi, insanın görünen ayağı ve bakışı demek deni­lirse de, yeri vardır. Çünki, yürürken insanın gözleri öteye beriye dağılıyor. Birçok şeyler görüyor. Yürürken hep ayağının üstüne bakarsa, gönlünü to­parlaması kolay olur. Böyle anlamak, (Hûş der Dem) kelimesine de uygun olmakdadır. Birinci kelime, öteye beriye bakarak gönlün dağılmasını önle­mek içindir. Bu ikinci kelime ise, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler.

Üçüncü kelime, (Sefer der Vatan)dır. Bu kelime, insanın kendinde seyr etmesi, ilerlemesidir. Bu yüksek yolda bulunan, nihâyetin bidâyetde yer­leşdirilmesi, bu seyrden hâsıl olmakdadır. İnsanın kendinde seyr etmesi, bü­tün tarîkatlerde var ise de, (Seyr-i Âfâkî) hâsıl oldukdan sonradır. Bu yol­da ise, seyre bu (Seyr-i Enfüsî)den başlanır. Seyr-i Âfâkî, Seyr-i Enfüsînin içine yerleşdirilmişdir. Bu yüksek yolda, bu bakımdan da, nihâyet bidâyet­de yerleşdirilmişdir demek yerinde olur.  

Dördüncü kelime, (Halvet der Encümen)dir. (Sefer der Vatan) denilen yolculuğa kavuşulunca, herkesin arasında da bu seyr yapılır. Dışardaki da­ğınıklıklar, içeri girmeğe yol bulamaz. Fekat, içeriye girilecek yolları, kapı­ları, pencereleri kapamak lâzımdır. Herkesin arasında, söyliyen ve dinliyen ayrılığı olmamalı, gönlünde kimseye yer vermemelidir. Bunlar, başlangıcda güc olur. Uğraşmak lâzımdır. Fekat, yolda iken ve nihâyete varınca, kendi­liğinden hâsıl olur. Hiç uğraşmak istemez. Herkesin arasında iken, kalbi to­parlanmışdır. Gaflet içinde iken huzûrdadır. Bu sözden, müntehînin gönlü­nün dağınık olması ve olmaması eşiddir sanmamalıdır. Elbette başka başka­dır. Bu söz, kalbdeki topluluk için, dışardaki dağınıklık ile topluluk arasın­da başkalık olmadığını anlatmakdadır. Böyle olmakla berâber, zâhirle bâ­tını birbirine uygun olarak yapmak, zâhirden de dağınıklığı gidermek dahâ iyi ve dahâ uygun olur. Allahü teâlâ, Müzzemmil sûresinin sekizinci [8] âyetinde, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” meâ­len buyuruyor ki: (Rabbinin ismini zikr et. Gâfiller arasında bulunma!)

Çok olur ki, insan zâhirini dağınıklıkdan kurtaramaz. Çünki, ödenecek haklar, yapılacak vazîfeler vardır. Bunları yapmak için zâhirin mahlûkla­ra dağılması lâzım olur ve güzel olur. Fekat bâtının ya’nî kalbin ve rûhun mahlûklara dağılması, hiçbir zemân iyi değildir. Bâtın yalnız Hak teâlâ için­dir. Demek oluyor ki, her bir kulun dörtde üçü Hak teâlâ için olacakdır. Bâ­tının temâmı ile zâhirin yarısı. Zâhirin ikinci yarısı, mahlûkların haklarını ödemek için kalır. Bu hakları ödemek, Allahü teâlânın emrlerine uymak olduğundan, zâhirin bu yarısı da, Hak teâlâ için olmuş olur. Herşey, Ona dönecekdir. Öyle ise, Ona kulluk ediniz! Vesselâm.