245/246 208-Mektub

208
İKİYÜZSEKİZİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, kıymetli oğlu meyân Muhammed Sâdıka yazılmışdır “kad­desallahü esrârehümel’azîz”. Sâlik, kendini Peygamberlerin makâmında gö­rür. Bunun sebebi bildirilmekdedir:

Sevgili yavrum! Soruyorsun ki, sâlik tesavvuf yolunda yükselirken, ba’zan kendini Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” makâm­larında buluyor. Ve ba’zan, bu makâmların da üstüne çıkdığını anlıyor. Hâl­buki, sözbirliği ile bildirilmişdir ki, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vet­tehıyyât” herkesden dahâ üstündür. Evliyânın bütün kazançları “rahmetul­lahi aleyhim ecma’în”, Peygamberlere uydukları içindir. Onların yolunda gitmekle, Evliyâlığa kavuşmuşlardır.

Cevâb: Sâlikin gördüğü makâmlar, Peygamberlerin urûc etdikleri, yük­seldikleri makâmlar değildir. O büyükler, urûc ederlerken, o makâmlardan çok yukarı yükselmişlerdir. Çünki o makâmlar, o büyüklerin mebde-i te’ayyünleri olan, Allahü teâlânın ismleridir. Allahü teâlâdan gelen feyz­ler, ni’metler, hep mebde-i te’ayyün denilen bu ismlerden gelir. Çünki, Al­lahü teâlânın, arada ismleri olmadan, bu âlem ile hiçbir ilgisi yokdur. Al­lahü teâlânın mahlûklara ihtiyâcı ve mahlûklarla doğrudan doğruya ilgi­si yokdur. Ankebût sûresi, altıncı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Elbette Allahü teâlânın bu âlemlere hiç ihtiyâcı yokdur) buyuruldu. O büyükler, yükseldikleri makâmdan geri inerken, yukarıdaki nûrları da birlikde indi­rirler ve kendilerine mahsûs olan bu ismlerde yerleşip kalırlar. Bunun için, bir kimse bunları ararsa, bu yerleşdikleri makâmlarında bulur. Zât-i ilâhîyi isteyen, yüksek yaradılışlı bir kimse, yükselirken bu ismlere yetişir ve onlardan da yukarıya geçer. Allahü teâlânın dilediği makâma kadar yük­selir. Fekat, bu sâlik yukarıdan aşağı inerken, kendi mebde-i te’ayyünü olan ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” bulundukları ismlerden dahâ aşağı­da olan isme gelip yerleşince, kendi makâmı ile onların makâmları arasın­daki farkı anlar. İşte dahâ üstün olmak, bu makâmlar ile ölçülür. Makâmı yüksek olan kimse, dahâ yüksekdir. Sâlik, kendi makâmı olan isme inme­dikçe ve bu makâmın dahâ aşağıda olduğunu anlamadıkça, o büyüklerin dahâ üstün olduklarına zevkle ve hâl ile inanmaz. Dahâ üstün oldukları­nı, işiterek söylemekdedir. Önce îmân etmiş olduğu için, yüksek oldukla­rını söyler. Fekat vicdânı, sözüne uygun değildir. Bu zemân, Allahü teâlâ­ya sığınması, yalvarması, câhil ve zevallı olduğunu söylemesi, doğrusunun kendisine bildirilmesi için düâ etmesi lâzımdır. Bu hâl, sâliklerin ayak kayacak, tehlükeye düşecek yerleridir. Bu yazımızı bir misâl ile açıklıya­lım. Biliyoruz ki, duman, sıcak sıvı ve katı zerrelerdir. Sıcak oldukları için, genişlemiş, hafîflemiş olan sıvı ve katı dânecikler, havada yükselir. Bu­nu görünce, katı ve sıvı dâneciklerin havadan dahâ hafîf olduklarını söy­lemek doğru olmaz. Çünki dâneler, ısı enerjisi tarafından kaldırılmakda­dır. Soğudukları zemân, yine geri, aşağı inerler. Yere düşerler. Kendi yer­lerinin havadan dahâ aşağı olduğu anlaşılır. Sâlik de, o makâmlardan yu­karı, fazla muhabbet enerjisi ile sürüklenmekdedir. Kendi makâmı, o ma­kâmlardan aşağıdadır.

Buraya kadar bildirdiklerimiz, müntehî için idi. Müntehî, tesavvuf yo­lunda, çıkabileceği derecelerin sonuna varan Velî demekdir. Yolun başlan­gıcında, böyle sanılırsa, kendini büyüklerin makâmlarında bulursa, bu­nun sebebi başkadır. Şöyle ki, sonlarda bulunan her makâmın, yolun başın­da ve ortasında benzerleri, görünüşleri vardır. Başlangıcda ve yolda olan­lar, bu görüntülere gelince, o makâmların kendilerine geldiklerini sanırlar. Birşeyin görüntüsü ile, kendisini ayırd edemezler. O büyüklerin görüntü­lerini, benzerlerini de, makâmlarının görüntülerinde bulunca, o büyükler­le ortak olduklarını sanırlar. Zan etdikleri gibi değildir. Bir şeyin gölgesi­ni, kendisine benzetmekden başka birşey değildir. Yâ Rabbî! Herşeyin özü­nü, yapısını bize bildir! Sevgili Peygamberin hurmetine, bizleri boş, fâide­siz şeylerle vakt geçirmekden koru! Âmîn.