288 234-Mektub

Mümkinlerin a’yân-ı sâbitesi olan ve onların mâhiyyetleri olan, ilm-i ilâ­hîdeki bu sûretleri, ilmdeki vücûd zıllerine yaklaşdırmak demek, ilmdeki sûretlerin ilmden çıkarak dışarıda var olmaları demek değildir. Böyle şey olamaz. Allahü teâlânın ilminden dışarda olmak, Allahü teâlânın câhil olması demekdir. Mümkinler dışarıda, ilmdeki sûretlere tâm uygun olarak, dışarda ayrıca var olurlar demekdir. İlmdeki varlıkdan başka, onlara tâm uygun olarak, dışarda da, ayrıca var olurlar. Sanki, marangoz ustası, masa­nın şeklini zihnde düşünür. Onun gibi bir masayı dışarda yapması gibidir. Masanın zihndeki şekli, masanın mâhiyyeti demekdir. Bu mâhiyyet maran­gozun zihninden dışarı çıkmamışdır. Zihndeki o şekle tâm uygun olarak, dı­şarda da, ayrıca bir masa vücûde gelmişdir.

Her adem, vücûdün kemâllerinin, kendine tâm karşı bulunan ve kendi­sine aks etmiş olan zıllerinden bir zılle yaklaşarak, dışarda var olmuş, zî­net hâsıl etmişdir. Tâm adem, böyle değildir. Bu kemâllerin zıllerine kar­şı olmaz. Onlarla birleşerek, dışarda bir vücûd kazanamaz. Çünki, bu zıl­lerin karşısında değildir. Eğer, karşılığı bulunmasaydı, asl vücûde karşı olur­du. Hâlbuki, zâtdan başka olmıyan bu asl vücûdün karşısında birşey bulu­namaz.

Tâm ma’rifet sâhibi olan bir ârif, asl vücûde ilerlerse, tam ademe iner. Böylece, bu ademin de, o hazretle bağlantısı olur. Zînetlenmiş olur. Güzel­leşmiş olur. O vakt, ârifin kendi mertebeleri demek olan, kendi ademleri­nin bütün mertebeleri, topluca olsun, ayrı ayrı olsun, hepsi güzel ve iyi olur­lar. Kemâl ve cemâl hâsıl ederler. Bütün mertebelerinin iyi, güzel olması, yalnız böyle ârif içindir. Ondan başkasında, iyilik olursa, yâ ayrı ayrı ayrıl­mış ademlerin birkaç mertebesinde olur veyâ ayrı ayrı bütün mertebelerin­de görülür. Bu ikincisi de, çok az bulunur. Fekat, her çeşid kötülük ve bo­zuklukdan başka birşey olmıyan tâm ve toplu ademin iyi ve güzel olması, yalnız bu ârif içindir. Bu ârifin şeytânı da, tâm iyi olarak, islâmın güzelli­ğine kavuşur. Nefs-i emmâresi mutmeinne olur. Mevlâsından râzı olur. Bunun içindir ki, Peygamberlerin efendisi “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât”, (Benim şeytânım müslimân oldu) buyurdu. Bundan sonra, gazâ­da, hiçbir gâzî ondan dahâ ileri olamaz. İyilikleri şeytân kadar gösteremez. Sübhânallah! Bu fakîrden elinde olmıyarak öyle ma’rifetler hâsıl oldu ki, çokları toplanarak çalışsalar, bir benzerine kavuşamazlar. Geleceği ha­ber verilmiş olan hazret-i Mehdînin de bu ma’rifetlerden çok pay alacağı umulur. Fârisî beyt tercemesi:

Pâdişâh, koca karı kapısına, gelirse ey yeğit, sen buna şaşma!

En güzel yaratıcı olan Allahü teâlâ, çok mubârek, pek mukaddesdir. Ya­ratıcı sanılanlara benzemez. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd ol­sun! Görülüyor ki, mümkinlerin zâtları, aslları, ademlerdir. Vücûdün ke­mâllerinin zılleri bu ademlere aks ederek, bunları süslemişdir. Böyle oldu­ğu için, mümkinlerin zâtları, her kötülüğün, bozukluğun kaynağıdır. Her çirkinliğin, kusûrun yeri olmuşlardır. Mümkinlerde yerleşdirilmiş olan her iyilik, her kemâl, asl vücûdden ödünç olarak gelmişdir.