392 272-Mektub

Çünki (Fenâ) demek, mâ-sivâyı unutmak demekdir. Mâ-si­vâ yok olmayacakdır. Bu sözümüz meydânda olan birşeyi bildirmekde ise de, büyüklerden çoğu bunu anlıyamamışdır. Artık câhillerin nasıl olacağı­nı düşünmeli. Tevhîd-i şühûdînin tevhîd-i vücûdî olduğunu sanıyorlar. Vahdet-i vücûd bilgileri, bu yolda elbette lâzımdır diyorlar. İki vücûde inananlara sapık ve başkalarını da şaşırtıcı diyorlar. Hattâ bunlardan ço­ğu, Allahü teâlâyı tanımak, tevhîd-i vücûd bilgileri ile olur sanıyorlar. Mahlûkların aynasında bir varlığı görmek, bu yolun sonuna varmak demek­dir diyorlar. Hattâ bunlara göre Peygamberimiz “aleyhi ve alâ cemî’i ihvâ­nihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”, Peygamberlik de­recelerini temâmladıkdan sonra, çoklukda ya’nî mahlûklarda vahdeti ya’nî bir olan varlığı, ya’nî Allahü teâlâyı görmek derecesine kavuşdu. (İnnâ a’tay­nâ-kel-Kevser) âyeti, bu makâma erişdiğini göstermekdedir dediler. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Elbette sana çoklukda vahdeti görmek makâmı­nı verdik) buyuruyor dediler. Öyle sanıyorum ki, Kevser kelimesinde, (v) harfinin, kesret ya’nî çokluk bildiren üç harfin arasında bulunmasından, böy­le anlamışlardır. Hâşâ ve kellâ! Peygamberlik makâmında böyle bilgiler yok­dur. Çünki, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa inanmağı emr buyurmuşlardır. Mahlûklar aynasın­da görülebilen hiçbir şeyin, O bir varlıkla ilişiği olamaz. Bunların hepsi, an­laşılabilen ve ölçülebilen şeylerdir. Allahü teâlâ, bu tesavvufculara insâf ver­sin! Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kendi derecelerinde­ki terâzî ile ölçmeğe kalkışıyorlar. O büyüklerin derecelerini kendi dere­celeri gibi sanıyorlar. Ağızlarından çok büyük söz çıkarıyorlar. Fârisî beyt tercemesi:

Taş içindeki böcek sanır, Yer ve gök hep orasıdır.

diyorlar.

Bu fakîre başlangıcda böyle bilgiler hâsıl olmuşdu. Sonra pişmânlık, tevbe ve istigfâr nasîb oldu. O görünenleri, hıristiyanların putları gibi, Al­lahü teâlâdan uzak buldum. Behâüddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazret­leri buyuruyor ki, (Her görülen ve her işitilen ve her anlaşılan, Ondan baş­kadır, kelime-i tevhîd söylerken, ile birlikde, bunların hepsini yok et­melidir!). Bunun için, kesretde vahdeti görmek de, nefy edilecekdir. Nefy edilmesi lâzım gelen şey, O mukaddes varlıkda bulunamaz. Hâce hazretle­rinin o sözü, beni bu şühûdden kurtardı. Şühûdün, görmenin zevklerine bağ­lı kalmağa son verdi. İlmden cehle çıkardı. Ma’rifetden hayrete ulaşdırdı. Allahü teâlâ, o büyük Velîye bizim tarafımızdan çok iyilikler versin! Bu sö­zümle, o büyük rehberin mürîdi olduğumu, onun kölesi olmakla şeref­lendiğimi bildiriyorum. Doğrusu, Evliyâdan çok azı, onun gibi söylemişdir. Müşâhedeleri onun gibi yok eden pek az olmuşdur. Şâh-ı Nakşibend haz­retleri, (Behâüddînin başlangıcı, Bâyezîd-i Bistâmînin sonu değil ise, Al­lahü teâlânın ma’rifeti ona harâm olsun!) buyurmuşdur. Bu sözle ne demek istediği şimdi anlaşılmakdadır. Çünki Bâyezîd, çok yüksek derecelere yük­seldi ise de, şühûdden ve müşâhededen kurtulamadı. (Sübhânî) çerçevesi­nin darlığından dışarı çıkmadı. Behâüddîn-i Buhârî hazretleri ise, bir (LÂ) kelimesi ile, bütün müşâhedelerini, gördüklerinin, bulduklarının hepsini yok etdi.