112 73-Mektub

Hesâb, hendese [ya’nî matematik ve geomet­ri], astronomi, mantık, eğer Allahü teâlânın gösterdiği yerlerde kullanılmaz­sa [ya’nî kâfirlerle mücâdele ve onlardan üstün olmak için ve insanlara hiz­met etmek için kullanılmazsa] bunlarla uğraşmak, boşuna vakt öldürmek olur ve dünyâ olur. Bu bilgileri bütün derinliği ile, incelikleri ile okumak, yalnız başına işe yarasaydı, eski Yunan felsefecileri [ve son zemânlardaki Avrupanın, Amerikanın fen adamları, mütehassısları] se’âdet yolunu bu­lur, âhıretdeki ebedî azâbdan kurtulurlardı.

[Liselerde, üniversitelerde okunan ulûm-i akliyye, ya’nî tecribî ilmler, ya’nî fen bilgileri ve yabancı diller, islâmiyyete ve mahlûklara hizmet etmek niyyeti ile öğrenilirse ve bu yolda kullanılırsa, fâideli olur. Bunlara çalış­mak lâzım olur ve sevâb olur. Bunun içindir ki, ecdâdımız, Şâm, Bağdâd, Semerkand ve Endülüs müslimânları her dürlü fende ve güzel san’atda pek ileri gitmiş, dünyâ birinciliğini ellerinde tutmuşlardı. Avrupanın ilm ve fen adamları, asrlar boyunca, islâm fakültelerine gelip ihtisâs kazanırlar ve bununla öğünürlerdi. Müslimânların o parlak medeniyyetlerinin eserleri, bugün meydândadır ve dünyâ münevverlerini hayrân bırakmakdadır.

Bugün liselerde, üniversitelerde okutulan ve insanın bütün gençlik ha-yâtına mal olan bilgiler, Allahü teâlânın emrlerine uyarak kullanılırsa, fâ­ideli olur ve dünyâ ve âhıretin kazanılmasına sebeb olur.

Medeniyyet demek, yalnız ilm ve fen demek değildir. İlm ve fen, mede­niyyet için, ancak bir âlet, bir vâsıtadır. İlmde, fende çok ileri olan millet­lere, fen vâsıtalarını ne yolda kullandıklarını incelemeden, medenî de­mek büyük gafletdir. Pek yanlışdır. Fabrikaların, motorlu vâsıtaların, ge­mi, tayyâre, atom cihâzlarının çok olması, gözleri kamaşdıran yeni buluş­ların artması, medeniyyeti göstermez. Bunları medeniyyet sanmak, her si­lâhlıyı gâzi, mücâhid sanmağa benzer. Evet, mücâhid olmak için en yeni harb vâsıtalarına mâlik olmak lâzımdır. Fekat, bunlara mâlik olan, eşkıyâlık da yapabilir.

Medeniyyet, ta’mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâddır. Ya’nî, beldeleri, memleket­leri i’mâr etmek ve bütün insanları, rûh, düşünce ve beden bakımlarından râhat yaşatmakdır. Bu iki gâyeye vâsıl olmak, ancak ve yalnız ahkâm-ı is­lâmiyyeye, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymakla olur. İs­lâmiyyetden ayrıldıkca medeniyyet geriler. İşte liselerde, üniversitelerde öğrenilen bilgiler, bütün fen vâsıtaları, fabrikalar, ağır sanâyı’, memleket­leri i’mâr için, insanları râhat etdirmek için kullanılırsa, fâideli olur, sevâb olur. Memleketleri tahrîb, insanların hürriyyetini ellerinden almak, köle yapmak için kullanılırsa, fâidesiz olur, günâh olur. Bunların fâideli olma­sı, medeniyyete hizmet etmesi ancak ve yalnız islâm dînine uygun kullan­makla olur. Avrupa, Amerika, asrlardan beri, islâm ahlâkını, islâm hukû­kunu inceliyor. İslâm dîninin emrlerini, yasaklarını alıp, kendilerine mal edi­yor. Onların bugünkü ilerlemesi, kanûnlarında bile yer verdikleri, islâmî kıy­metler ve esâslar sâyesinde olduğu açıkça görülmekdedir. Demek ki, bir mil­leti, bir gemiye benzetirsek, islâm ahkâmı, ya’nî Allahü teâlânın emrleri ve yasakları, bu geminin güverte ve kaptan teşkilâtıdır. Bütün ilmler, fen bil­gileri, endüstri kolları, ağır sanâyi’ de bu geminin, çarkçı, makinist kısmı demekdir.