397 272-Mektub

Orada bulunanlardan birisi, (Yâ Resûlallah! On­bir oğlum var. Şimdiye kadar hiçbirisini öpmedim) dedi. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” buyurdu ki, (Bu merhametdir. Kul­larından dilediğine ihsân eder). En yüksek olanlar, birçok işlerinde câhil­lere benzemekdedir. Bu benzeyiş, her ne kadar görünüşde ise de, câhiller, işin iç yüzünü anlıyamadıklarından, o büyüklerden fâidelenemiyorlar. O büyükleri kendileri gibi sanıyorlar. Kendilerine benzemiyenlere bakıyor­lar. Onları büyük biliyorlar. Evliyânın ahlâkı ve işleri kendilerine benze­mediği için onları, huyları, işleri ve sözleri kendilerine benziyenlerden dahâ üstün sanıyorlar. Kendilerine benziyen ahlâk ve işler, Peygamberler­de bulunsa bile, onları dahâ üstün biliyorlar. İşitdiğimize göre, şeyh Ferî­deddîn-i Şekergenç “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin çocuklarından bi­ri ölünce, bunu haber aldığı zemân, hiç üzülmedi. (Bir köpek yavrusu öl­müşdür, dışarı atınız!) dedi. İnsanların en üstünü olan Muhammed aleyhis­selâmın oğlu İbrâhîm vefât edince, yanına gelip ağladı ve çok üzüldü ve (Yâ İbrâhîm! Senin ayrılığınla çok üzüntüdeyiz) buyurdu. Üzüldüklerini çok çok bildirdiler. Şimdi düşünelim! Şeyh Ferîdeddîn mi dahâ üstündür, yok­sa Seyyid-ül-beşer mi? Câhiller, hayvan gibi olduğundan, şeyhin işini da­hâ üstün görürler. Onun dünyâya bağlı olmadığını anlarlar. Resûlullahın “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” işini ve sözlerini dünyâya bağlılık sa­nırlar. Bu kötü inanışlarından Allahü teâlâya sığınırız! Bu dünyâ imti­hân, deneme yeridir. Câhilleri en yükseklere benzetmenin çok fâideleri ve sebebleri vardır. (Allahümme erinelhakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahu ve erinel bâtıla bâtılan verzuknâ ictinâbehu bi-hurmeti Seyyidil-beşer “aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ek­melühâ”). Ya’nî, (Yâ Rabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uy­mağı bize nasîb et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize gös­ter ve onlardan sakınmamızı nasîb et! İnsanların en üstünü hurmetine bu düâmızı kabûl buyur!).

Yine sözümüze dönelim. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât” ve onların Eshâbının ve Eshâbın izinde giden Evliyânın “rıdvânulla­hi teâlâ aleyhim ecma’în” îmânları, önce şühûdî iken, insanları Allahü te­âlâya çağırmak için geriye döndükden sonra, gaybî olmuşdur. Şuna benzer ki, bir kimse gündüz, güneşi görür. Güneşin vücûdüne îmân-ı şühûdî ile ina­nır. Gece olunca, bu îmân-ı şühûdîsi, îmân-ı gaybî olur. Âlimlerin îmânı, gay­bî ise de, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” izinde gitdikle­ri için bu îmân-ı gaybîleri, vicdânî ve anlayışlı olmuşdur. Nazârî, teorik ol­makdan kurtulmuşdur. Âlim deyince, âhıret bilgilerine âlim olan kimse an­laşılmalıdır. Dünyâ âlimleri anlaşılmamalıdır. Çünki dünyâ âlimleri, bütün mü’minler gibidir. Bütün mü’minlerde bulunan gaybden îmânın çok dere­celeri vardır. Bu îmânın en yüksek derecesi, Peygamberlere “aleyhimüssa­levâtü vetteslîmât” uymakla hâsıl olan îmândır. Ya’nî, Allahü teâlâ şöyle buyurdu ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve alâ âlihi ve sellem” böyle bu­yurdu diyerek öğrenilen îmândır.

Süâl: Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, istidlâl ile ya’nî akl ile bularak hâsıl olan îmân, taklîd ile ya’nî başkasına uyarak hâsıl olan îmândan dahâ üstündür. Hattâ, âlimlerin çoğu, istidlâl îmânın şartıdır. Taklîd ile hâsıl olan îmân, îmân olmaz buyurmuşlardır. Siz ise, îmân-ı taklîdî dahâ üstündür di­yorsunuz?