234 196-Mektub

196
YÜZDOKSANALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, Mensûr Arab’a yazılmışdır. Tesavvuf yolunun yedi konağı olduğu, sâlik her konakda kendinden uzaklaşıp Hak teâlâya yaklaşdığı bil­dirilmekdedir:

Merhamet ederek gönderdiğiniz ve ihsân ederek yazdığınız kıymetli mektûbunuz, en kıymetli bir zemânda geldi. Allahü teâlâya hamd olsun ki, büyükler, küçükleri hâtırlamakda, yüksekler alçakları okşamakdadır. Al­lahü teâlâ, bu tevâzu’unuza bizim tarafımızdan hayrlı karşılıklar versin! Fâ­risî mısra’ tercemesi:

Her ne olursa olsun, dostdan konuşmak, dahâ tatlı!

Yürümekde olduğumuz tesavvuf yolu yedi adımdır. İki adımla âlem-i halk, beş adımla Âlem-i emr aşılır. Âlem-i emrdeki birinci adımda, Tecel­lî-i ef’âl hâsıl olur. İkinci adımda, Tecellî-i sıfât hâsıl olur. Üçüncü adımda tecellî-i zâtiyye başlar. Bundan sonra kavuşanların bildiği tecellîler hâsıl olur. Bütün bunlara kavuşabilmek için, insanların efendisi, öncekilerin ve son­rakilerin en üstünü efendimizin, “Ona ve Âline ve Eshâbına düâlar ve selâmlar olsun” izinde bulunmak lâzımdır. Tesavvuf yolu iki adımdır diyen­ler de oldu. Kısaca anlatabilmek için ve talebeye kolay göstermek için böyle söylemişlerdir. Bu sözle, âlem-i emre ve âlem-i halka bir adım demiş­lerdir. Yedi adımdan herbiri ile, sâlik kendinden uzaklaşır. Hak teâlâya yak­laşır. Bu yedi adımın hepsi geçilince (Fenâ-i etemm) ve (Bekâ-i ekmel) hâ­sıl olur. Bu ikisi hâsıl olunca (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) ile şeref­lenmiş olur. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bu, ele az geçen büyük ni’metdir. Acabâ kime verilir?

Bizim gibi zevallıların, böyle sözleri ağza alması bile uygun değildir. Biz­lere ancak, büyüklerin ni’metlerinden sızan damlalarla dudaklarını ıslata­rak zevklenebilmek yakışır. Fârisî beyt tercemesi:

Şekerin yalnız adını duymak bile, dahâ iyidir zehr koymakdan dile!

Fârisî beyt tercemesi:

Gök Arşa göre aşağıdır, Fekat, yerden çok yukarıdır!

Vesselâm evvelen ve âhıren.

[İyi bir insan, kendine ve başkalarına zararı olmayan kimse demekdir. Allahü teâlâ, insanların iyi olmalarını, herkesin râhat yaşamalarını istiyor. Buna kavuşmak için, insanlarda kalb, akl ve nefs yaratdı. İnsanın bedeni, ya’nî bütün uzvları kalbin emrindedir. Kalbin arzûlarına (Niyyet etmek) de­nir. Nefs, bedenin muhtâc olduğu şeyleri kalbe yapdırmak ister. Nefsin is­teklerinin hepsi, kendine de, başkalarına da, zararlıdır. Akl, fâideli ve za­rarlı şeyleri birbirlerinden ayırmakda, fâideli olanlarının yapmasını kalb-den istemekdedir. Allahü teâlâ, iyi işleri kötülerinden ayırmak için, dinle­ri gönderdi. Sağlam olan akl, kalbin islâmiyyete uymasını emr eder. Her kalb, islâmiyyete uygun hareket ederse, temiz olur, dünyâda hiç sıkıntı ol­maz. Kalbin temizlenmesi ve kuvvetlenmesi için, Allahü teâlânın ismini çok söylemesi lâzımdır. Allahü teâlâ, dinleri insanlara sıkıntı vermek için de­ğil, kalbleri temizlemek için gönderdi. Kalb, nefse uymaz, aklı dinleyip is­lâmiyyete uyarsa, bütün dünyâ râhata, huzûra kavuşur. Aklın vazîfesi, is­lâmiyyeti öğrenmek ve bunun her yere yayılması için çalışmakdır. Kalb, hep nefse tatlı gelen şeyleri yaparsa, nefse tapmış olur. Allahü teâlâyı unutur. İslâmiyyete uymak, kalbi ve bedeni kuvvetlendirir, nefsi za’îfletir.]