Simâ’ ve vecd, yalnız bunlara yardımcı olur. Erbâb-i kulûb, meczûblardan ise, cezbe yardımı ile ilerlerler. Simâ’ bunlara lâzım değildir. Şunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen Erbâb-ı kulûb için, simâ’ her zemân fâideli olmaz. Bundan yardım görebilmek için şartlar vardır. Bu şartlar gözetilmezse zararlı olur.
Simâ’ın şartlarından biri, kendini yüksek bilmemekdir. Temâm olduğunu sanırsa ilerliyemez. Evet, simâ’ bunu da biraz ilerletirse de sükûn buldukdan sonra, o makâmdan geri iner. Simâ’ın bundan başka şartları, tesavvuf büyüklerinin kitâblarında, (Avârif-ül-me’ârif) ve benzerlerinde yazılıdır. Zemânımız tarîkatcilerinin çoğunda, bu şartlar yokdur. Şimdi yapılmakda olan simâ’ ve raksların ve toplantıların zararlı olduğu açıkdır. Bunların ilerletmeleri nerede? Hiç ilerletmezler. Yardım etmekden çok uzakdırlar. Fâide yerine zarar verirler.
TENBÎH 1: [(Simâ’), ilâhî, mevlid ve kasîde ve Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyanları dinlemek demekdir. (Raks), eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans demekdir.] Simâ’ ve raks, müntehîlerden birkaçına da lâzımdır dedik. Çünki yükselecek çok mertebeleri bulunduğu için, yolda sayılırlar. Erişilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehî olmaz, sona varmış sayılmazlar. Seyr-i ilallah sonuna vardıkları için, bunlara müntehî denilmişdir. Bu seyrin sonu, sâlikin mazhar olduğu isme kadardır. Fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve isme bağlı şeylerde de seyr vardır. Bu ismdeki ve kavuşanların bildikleri şeylerdeki seyrden sonra, ismin sâhibine va-rıp, burada Fenâ ve Bekâ hâsıl edince, tâm müntehî olur. Seyr-i ilallahın doğrusu da budur. İsme kadar olan seyre de, (Seyr-i ilallah) denilmiş, o mertebede olan Fenâya ve Bekâya da, (Vilâyet) adı verilmişdir. (Seyr-i fillah) sonsuzdur denilmesi, Bekâdaki seyr içindir. Bütün konakları geçdikden sonradır. Bu seyrin sonsuz olması demek, o ismde seyr olunursa ve bu ismdeki şü’ûnların herbiri ile ayrı ayrı ahlâklanırsa, sonuna varılmaz demekdir. Çünki, her ismde sonsuz şü’ûnlar bulunmakdadır. Eğer yükselirken, onu bu ismden geçirirlerse, bir adımda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. Eğer orada yok olursa, çok şerefli olur. Yok eğer insanları yetişdirmek için, geri indirirlerse, çok büyük üstünlük olur. Bu isme kavuşmanın kolay bir şey olacağını sanmamalıdır. Bu ni’mete kavuşabilmek için, cân fedâ etmek lâzımdır. Acabâ kimi bu büyük ni’mete kavuşdurmakla şereflendirirler?
Tenzîh ve takdîs sanılan mertebe çok olur ki, teşbîh ve tenkîsdir. Hattâ çok mertebeler vardır ki, tenzîh sanılırlar. Hâlbuki, rûh makâmından da aşağıdırlar. Arşın üstündeki tenzîh gibi görünen de, teşbîh dâiresinin içinde olabilir. Münezzeh olarak [ya’nî mahlûklarla ilgisi olmıyarak] görünen şey, rûh âleminden olabilir. Çünki Arş, maddeli, cihetli, ölçülü şeylerin sonudur. Rûh âlemi, cihetli, ölçülü âlemin dışındadır. Çünki rûh, [madde değildir] mekânsızdır. Bir yere sığmaz. Rûhun, Arşın dışında olduğunu söylemek, seni şaşırtmasın. Rûhu kendinden uzak sanma! Aranız çok açık zan etme! Öyle değildir. Rûh mekânsız olmakla berâber, onun için her yer birdir. Arşın dışında demekle, başka şey anlatılmakdadır. Oraya varamıyana anlatılamaz.
[Rûh, radyo dalgalarına benzetilebilir. Bu dalgalar madde değildir. Yer kaplamazlar. Böyle olmakla birlikde, her yerde vardırlar denir. Çünki, her yerde bulunan radyoda ses hâsıl ediyorlar].
4:45 minutes ( 2.2 MB)