418 285-Mektub

Simâ’ ve vecd, yalnız bunlara yardımcı olur. Erbâb-i kulûb, meczûblardan ise, cezbe yardımı ile ilerlerler. Simâ’ bunlara lâzım değildir. Şunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen Erbâb-ı kulûb için, simâ’ her zemân fâideli olmaz. Bundan yardım görebilmek için şartlar vardır. Bu şartlar gözetilmezse zararlı olur.

Simâ’ın şartlarından biri, kendini yüksek bilmemekdir. Temâm olduğu­nu sanırsa ilerliyemez. Evet, simâ’ bunu da biraz ilerletirse de sükûn bul­dukdan sonra, o makâmdan geri iner. Simâ’ın bundan başka şartları, tesav­vuf büyüklerinin kitâblarında, (Avârif-ül-me’ârif) ve benzerlerinde yazı­lıdır. Zemânımız tarîkatcilerinin çoğunda, bu şartlar yokdur. Şimdi yapıl­makda olan simâ’ ve raksların ve toplantıların zararlı olduğu açıkdır. Bun­ların ilerletmeleri nerede? Hiç ilerletmezler. Yardım etmekden çok uzak­dırlar. Fâide yerine zarar verirler.

TENBÎH 1: [(Simâ’), ilâhî, mevlid ve kasîde ve Kur’ân-ı kerîmi tegan­nî ile okuyanları dinlemek demekdir. (Raks), eli, ayakları tempo ile oynat­mak ve dans demekdir.] Simâ’ ve raks, müntehîlerden birkaçına da lâ­zımdır dedik. Çünki yükselecek çok mertebeleri bulunduğu için, yolda sayılırlar. Erişilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehî olmaz, sona varmış sayılmazlar. Seyr-i ilallah sonuna vardıkları için, bunlara müntehî denilmişdir. Bu seyrin sonu, sâlikin mazhar olduğu isme kadardır. Fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve isme bağlı şeylerde de seyr vardır. Bu ism­deki ve kavuşanların bildikleri şeylerdeki seyrden sonra, ismin sâhibine va-rıp, burada Fenâ ve Bekâ hâsıl edince, tâm müntehî olur. Seyr-i ilallahın doğrusu da budur. İsme kadar olan seyre de, (Seyr-i ilallah) denilmiş, o mer­tebede olan Fenâya ve Bekâya da, (Vilâyet) adı verilmişdir. (Seyr-i fillah) sonsuzdur denilmesi, Bekâdaki seyr içindir. Bütün konakları geçdikden son­radır. Bu seyrin sonsuz olması demek, o ismde seyr olunursa ve bu ismde­ki şü’ûnların herbiri ile ayrı ayrı ahlâklanırsa, sonuna varılmaz demekdir. Çünki, her ismde sonsuz şü’ûnlar bulunmakdadır. Eğer yükselirken, onu bu ismden geçirirlerse, bir adımda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. Eğer orada yok olursa, çok şerefli olur. Yok eğer insanları yetişdirmek için, ge­ri indirirlerse, çok büyük üstünlük olur. Bu isme kavuşmanın kolay bir şey olacağını sanmamalıdır. Bu ni’mete kavuşabilmek için, cân fedâ etmek lâzımdır. Acabâ kimi bu büyük ni’mete kavuşdurmakla şereflendirirler?

Tenzîh ve takdîs sanılan mertebe çok olur ki, teşbîh ve tenkîsdir. Hattâ çok mertebeler vardır ki, tenzîh sanılırlar. Hâlbuki, rûh makâmından da aşa­ğıdırlar. Arşın üstündeki tenzîh gibi görünen de, teşbîh dâiresinin içinde ola­bilir. Münezzeh olarak [ya’nî mahlûklarla ilgisi olmıyarak] görünen şey, rûh âleminden olabilir. Çünki Arş, maddeli, cihetli, ölçülü şeylerin sonudur. Rûh âlemi, cihetli, ölçülü âlemin dışındadır. Çünki rûh, [madde değildir] mekân­sızdır. Bir yere sığmaz. Rûhun, Arşın dışında olduğunu söylemek, seni şa­şırtmasın. Rûhu kendinden uzak sanma! Aranız çok açık zan etme! Öyle de­ğildir. Rûh mekânsız olmakla berâber, onun için her yer birdir. Arşın dışın­da demekle, başka şey anlatılmakdadır. Oraya varamıyana anlatılamaz.

[Rûh, radyo dalgalarına benzetilebilir. Bu dalgalar madde değildir. Yer kaplamazlar. Böyle olmakla birlikde, her yerde vardırlar denir. Çünki, her yerde bulunan radyoda ses hâsıl ediyorlar].