446 289-Mektub

İn­sanın yapdığı işde kendi kudreti te’sîr etmeyip, kudreti, yalnız işin yaratıl­masına sebeb olsaydı, insanların kötü işlerine zulm denmezdi. Hâlbuki Al­lahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, insanların zulm işlediğini bil­diriyor. İnsanın gücü, işin yaratılmasına te’sîr etmeyip, yalnız sebeb olsay­dı zulm buyurmazdı. Evet, Allahü teâlâdan gelen elemlerde, azâblarda, in­sanın ihtiyârı karışmıyor. Fekat, bu zulm olmaz. Çünki, Allahü teâlâ, kayd­sız, şartsız mâlikimiz, sâhibimizdir. Mülk yalnız Onundur. Mülkünü, iste­diği gibi kullanır, hiç zulm olmaz. Fekat insanların zulm etdiklerini bildir­mesi, insanda ihtiyârın bulunduğunu göstermekdedir. Burada zulmün me­câz olması düşünülemez. Hakîkatler, zarûret olmadıkca mecâz yapılmaz.

İnsanların irâdeleri, ihtiyârları za’îfdir, azdır sözüne gelince, eğer Alla­hü teâlânın ihtiyârı yanında azdır denirse veyâ insanların ihtiyârı yalnız ola­rak işleri meydâna getiremez demek istenirse, doğru olur. Fekat, eğer ih­tiyârları, işlerin yapılmasına te’sîr etmez denirse, doğru olmadığını yuka­rıda bildirdik.

Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emr etmişdir. İnsanları za’îf yaratdığı için, her emrinde kolaylık göstermişdir. Nisâ sûresi yirmiyedin­ci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size hafîf, kolay emr etmek istedi. Çün­ki, insan za’îf yaratılmışdır) buyuruldu. Allahü teâlâ, (Hakîm)dir. [Herşe­yi yerinde, uygun olarak yapar. (Raûf)dur. (Acımağa lâyık olmıyanlara da acıyıcıdır). (Rahîm)dir. Âhıretde sevdiklerine, ya’nî küfrân-ı ni’met etmi­yenlere, ya’nî mü’minlere Cenneti ihsân edicidir.] Kullarına yapamıya­cakları şeyi emr etmek hikmetine, re’fetine yakışmaz. Kullarına, kaldırıla­mıyacak, büyük kayayı kaldırmağı emr etmeyip, herkesin çok kolay yapa­cağı kıyâm, rükü’, secde, ufak bir âyet okumak ile meydâna gelen nemâzı emr etmişdir. Nemâz kılmak, herkes için çok kolaydır. Ramezân-ı şerîf oru­cu da, pek kolaydır. Zekâtı da, çok hafîf emr etmiş, malın hepsini değil, kırk­da birini verin demişdir. Hepsini veyâ yarısını vermeği emr etseydi, kulla­rına güç olurdu. Merhameti, pek fazla olduğundan, emri tâm yapılamaz ise, dahâ da hafîfletmişdir. Meselâ, abdest alamıyanlara, teyemmüm etmeğe, nemâzda ayak üzere duramıyanlara, oturarak kılmağa, oturamıyanlara da, yatarak kılmağa, rükü’ ve secde yapamıyanlara, îmâ ile [oturup, rükü’ ve secde için, az eğilerek] kılmağa, bunlar gibi, dahâ nice kolaylıklara izn vermişdir. İslâmiyyetin emrlerine dikkatle ve insâfla bakan, bu kolaylıkla­rı görür. Allahü teâlânın, kullarına ne kadar çok merhametli olduğunu, pek iyi anlar. Emrlerin pek kolay olmasının bir şâhidi de, çok kimselerin, emr olunan ibâdetlerin, dahâ artmasını istemesidir. Nemâzın, orucun artması­nı istiyen, çok görülmüşdür. Evet, ibâdet yapmak güç gelen kimseler de, yok değildir. Böyle kimseler, normal insan değildir. Böyle bozuk kimselere, ibâ­detlerin zor gelmesine sebeb, nefslerinin karanlığı ve şehvânî arzûlarının kötülüğüdür. Bu karanlık ve kötülükler, nefs-i emmâreden hâsıl olmakda­dır. Nefs-i emmâre, Allahü teâlânın düşmanıdır. Şûrâ sûresi onüçüncü âyetinde meâlen, (Îmân ve ibâdet etmek, müşriklere güc gelir) ve Bekara sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Nemâz kılmak, yalnız mü’minlere, Al­lahü teâlâdan korkanlara kolay gelir) buyuruldu.