Tesavvuf büyüklerinden biri buyuruyor ki, Âl-i İmrân sûresi yüzelliikinci âyetinin, (Dünyâyı istiyenleriniz ve âhıreti istiyenleriniz) meâl-i şerîfi ikisini isteyenleri de şikâyet etmekdedir. Kısacası, (Fenâ), Hak teâlâdan başka herşeyi unutmak demekdir. Dünyâyı da, âhıreti de unutmak lâzımdır. Fenâ ve Bekâ, vilâyetin birer parçalarıdır. Bunun için, vilâyetde, âhıreti unutmak lâzımdır. Kemâlât-i nübüvvet mertebesinde âhırete gönül bağlamak iyidir. Âhıret için çalışmak beğenilir, makbûl olur. Hattâ, bu makâmda yalnız âhıret için çalışılır. Yalnız âhıret düşünülür. Secde sûresi onaltıncı âyetinde meâlen, (Rablerinin azâbından korkarak ve rahmetini umarak düâ ederler) ve İsrâ sûresi elliyedinci âyetinde meâlen, (Rablerinden çekinirler ve azâbından korkarlar) ve Enbiyâ sûresi kırkdokuzuncu âyetinde meâlen, (Onlar kıyâmet gününden merhamet umarlar) buyurulmuşdur ki, bu makâm sâhiblerinin hâlini göstermekdedir. Bunlar, âhıret hâllerini düşünerek ağlarlar. Kıyâmet hâllerinin korkusundan sızlarlar. Kabr fitnesinden her zemân, Allahü teâlâya sığınırlar. Cehennem azâbından kurtulmak için, Ona yalvarırlar. Bunlara göre, âhıretden korkmak, Allahü teâlâdan korkmak demekdir. Allahü teâlâyı istemek ve sevmek, âhıreti istemek ve sevmekdir. Çünki Allahü teâlâya kavuşmak, âhıretde va’d edilmişdir ve Allahü teâlânın kulundan rızâsı, âhıretde belli olacakdır. Hak teâlâ, dünyâyı sevmez. Âhıreti sever. Sevilmiyen, sevilen ile hiçbirşeyde bir tutulamaz. Çünki, sevilmiyenden yüz çevrilir, beğenilene dönülür. Beğenilenden yüz çevirmek, sekrdir. Allahü teâlânın da’vet etmesine ve beğenmesine karşı gelmekdir. Yûnüs sûresi yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, Dâr-üs-selâma çağırıyor) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme sözümüze şâhiddir. Allahü teâlâ, aşırı olarak ve sıkı olarak âhırete çağırmakdadır. Âhıretden yüz çevirmek, Hak teâlâya karşı gelmek olur. Onun beğendiği şeyi ortadan kaldırmağa uğraşmak olur. İmâm-ı Dâvüd-i Tâî, çok büyük olduğu hâlde, vilâyetde ileri gitmiş olduğundan, (Âhıreti istememek kerâmetdir) de-di. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hepsinin âhıret için çalışdıklarını, âhıret azâbından titrediklerini bilmiyormuş gibi konuşdu. Hazret-i Ömerül-Fârûk “radıyallahü anh” birgün, deve üstünde, bir sokakdan geçiyordu. Birisi Vettûri sûresinin yedinci âyetini okuyordu. Meâl-i şerîfi, (Rabbinin azâbı elbette vardır. Onu önliyecek yokdur) olan âyet-i kerîmeyi işitince, aklı başından gitdi. Deveden aşağı yıkıldı. Kaldırıp evine götürdüler. Günlerce hasta yatdı. Herkes, ziyâretine gelirdi. Evet, sona varmadan önce, Fenâ makâmında iken, dünyâ ve âhıret unutulur. Âhırete bağlılığın, dünyâya bağlılık gibi olduğu sanılır. Fekat, Bekâ şerefi ile şereflenerek, nihâyete kavuşunca ve nübüvvet kemâlâtı ışık salınca, her ân âhıret düşüncesi ve Cehennem korkusu vardır. Bundan Allahü teâlâya sığınmakdadır. Rabbinden Cenneti istemekdedir. Cennetin ağaçları, nehrleri ve hûrîleri, gılmânı, dünyâda olanlara hiç benzemez. Bunlarla hiçbir ilgileri yokdur. Hattâ, bunların zıddı, tersidirler. Kızmak ile beğenmek birbirinin tersi oldukları gibidirler. Cennetin ağaçları, nehrleri ve orada olan herşey, dünyâdaki ibâdetlerin, iyiliklerin sonuçları, meyveleridir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Cennetde ağaç yokdur. Oraya çok ağaç dikiniz!). Oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde, (Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak) buyurdu. Ya’nî, (Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber) diyerek Cennete ağaç dikiniz buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, Sübhânallahil’azîm ve bi-hamdihi derse, onun için Cennetde bir ağaç fidanı dikilir) buyurdu. Görülüyor ki, Cennet ağacı, dünyâda harfler ve sesler şeklinde, bu kelimeye yerleşdirilmiş olduğu gibi, Cennetde, bu kemâller ağaç şeklinde bulunmakdadır. Bunun gibi, Cennetde bulunan herşey, dünyâdaki ibâdetlerin, iyi işlerin netîceleridir. Allahü teâlânın kemâllerinden herhangi biri, bu dünyâda, iyi sözlerde ve iyi işlerde yerleşdirilmiş olduğu gibi, bu kemâlât, Cennetde, lezzetler, ni’metler perdesi altında meydâna çıkar. Bunun içindir ki, oradaki lezzetleri, ni’metleri Allahü teâlâ beğenir. Bunları tadmak, Cennetde sonsuz kalmağa ve Allahü teâlâya kavuşmağa sebeb olur. Zevallı Râbi’a “rahmetullahi aleyhâ” eğer bu inceliği anlamış olsaydı, Cenneti yakıp yok etmeği düşünmezdi. Ona bağlılığı, Allahü teâlâya bağlılıkdan başka sanmazdı!
Dünyâ lezzetleri, dünyâ ni’metleri böyle değildir. Bunların başlangıcı hep kötülük ve aşağılıkdır. Bunların netîceleri, âhıret ni’metlerinden mahrûmlukdur. Allahü teâlâ, bizi bundan korusun! Dünyâ lezzetleri, eğer islâmiyyetin mubâh etdiklerinden ise, âhıretde bunların hesâbı olacakdır. Allahü teâlâ, eğer merhamet etmezse, hesâba çekilenlerin vay hâline! Eğer mubâh olmıyan lezzetler ise, azâb yapılacakdır. Yâ Rabbî! Kendimize zulm etdik. Eğer bizi afv ve magfiret etmezsen, bizlere acımazsan çok ziyân ederiz. Görülüyor ki, dünyâ lezzetleri başka, âhıret lezzetleri başkadır. Dünyâ lezzetleri zehrdir. Âhıret lezzetleri, fâideli ilâcdır. Âhıreti, yâ mü’minlerin câhilleri düşünür, yâhud da, en yüksek olanlar düşünür. En yüksek olmıyanlar âhıret için üzülmezler. Kerâmet, âhıret için üzülmemekdir derler. Fârisî mısra’ tercemesi:
Onlar onlardır; ben de böyleyim yâ Rab!
8:05 minutes ( 3.72 MB)