060/61 34-Mektub

 34

OTUZDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, molla hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Âlem-i emr­deki beş cevheri uzun ve açık bildirmekdedir:

İki cihân se’âdetine kavuşmak, ancak, dünyâ ve âhıretin en yükseğine uy­makla ele geçebilir “aleyhi ve alâ âlihî minessalevâti efdalühâ ve minettes­lîmâti ekmelühâ”. Felesoflar, islâmiyyetin sâhibine “aleyhissalâtü vesselâm” uymadıkları, kalb gözlerini Ona uymak sürmesi ile parlatmadıkları için, âlem-i emrden haberleri bile yokdur. Nerede kaldı ki, Allahü teâlânın zâ­tına ve sıfatlarına erişebilsinler. Onların kısa görüşleri, ancak âlem-i halka yetişebiliyor. Bunu bile iyi göremiyorlar.

[Allahü teâlânın yaratdığı şeylerin hepsine birden (Âlem) denir. Çün­ki, herşey Onun varlığını ve sıfatlarını gösteren, birer alâmetdir, işâretdir. Âlem ikiye ayrılır: 1-(Âlem-i halk). Madde ve ölçü bulunan şeylerdir. Arşın içinde bulunan herşey, canlılar, yer, gökler, Cennet, Cehennem, me­lekler, tabîat kuvvetleri, hep âlem-i halkdır. Bu âleme (Âlem-i şehâdet) ve (Âlem-i mülk) de denir. Halk, ölçmek de demekdir. 2- (Âlem-i emr). Ol em­ri ile, bir ânda yaratılan, Arşın dışındaki şeylerdir ki, maddesiz, zemânsız, ölçüsüzdürler. Bu âleme (Âlem-i melekût) ve (Âlem-i ervâh) da denir].

Felsefecilerin beş cevher dedikleri şeyin hepsi, âlem-i halkdandır.

[(Cevher), felsefe dilinde, mâhiyyet, asl, öz demekdir. Kendi kendine bu­lunan şeydir. Bugünkü anlayışımızla madde, bir cevherdir. (Araz), sıfat de­mekdir. Araz, cevher üzerinde bulunur. Yalnız başına bulunmaz. Çok sa­yıda kitâbları bulunan, büyük islâm âlimi, seyyid şerîf Alî bin Muhammed Cürcânî “rahmetullahi aleyh” (Ta’rîfât) kitâbında buyuruyor ki, (Felsefe­cilere göre, beş cevher: Heyûlâ, sûret, cism, nefs ve akldır. Çünki var olan şey, yâ maddedir veyâ madde değildir. Ya’nî, mücerreddir. Ya’nî, bir mad­deye yer olmaz ve kendisi başka bir maddeye yerleşmez. Mücerred olan cev­her, akl ve nefsdir. Mücerred olmıyan, madde dedikleri cevher, mürekkeb [bileşik] ise, cism denir. Mürekkeb değilse, başka cevhere yerleşmiş ise sû­ret denir. Başka cevhere mahal olmuş ise heyûlâ denir)].

Nefse ve akla, mücerredâtdandır demeleri, bunları tanımadıkları için­dir. Nefs veyâ nefs-i nâtıka dedikleri cevher, nefs-i emmâredir. Nefs-i em­mâreyi temizlemek lâzımdır. Çünki, hep kötülük, aşağılık ister. Bunun âlem-i emrde ne işi var. Mücerred olmak nesine gerek. Akl da, ancak his uzvları ile anlaşılan şeyleri ölçebilir. His edilmiyen ve his olunanlara ben­zemiyen şeyleri kavrayamaz. Böyle şeyler, akl ile anlaşılamaz. Bundan dolayı, âlem-i emri anlıyamaz. O hâlde akl da, âlem-i emrden değildir. Ya’nî mücerredâtdan olamaz.

Âlem-i emrin birinci basamağı (kalb)dir. [Kalb, göğüsdeki et parçası de­ğildir. Buna yürek denir. Kalb, bu yüreğe alâkası, ilgisi bulunan, maddesiz, yersiz bir kuvvetdir. Kalbin, yürekde bulunması, elektriğin ampulde bulun­masına benzer. Elektrik ampulde bulunur. Fekat, görünmez, his olunmaz. Varlığı, eseri ile meselâ ampuldeki ince teli ısıtarak, telin ışık vermesi ile anlaşılır.] İkinci mertebesi (Rûh)dur. Rûhun üstü, (Sır) mertebesidir. Sır­rın üstü, (Hafî), hafînin üstü (Ahfâ) mertebesidir. Bu beşine, (Beş cevher) denirse, yeri vardır. İşin özünü göremediklerinden, saksı parçalarını cev­her sanmışlar.

Âlem-i emrin bu beş cevherini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edin­mek ancak, Muhammed Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” izinde gidenlerin büyüklerine nasîb olmuşdur.

İnsana, (Âlem-i sagîr) [küçük âlem] denir. İnsandan başka mahlûkların hepsine, (Âlem-i kebîr) [büyük âlem] denir. Âlem-i kebîrde bulunan her­şeyin, Âlem-i sagîrde bir nümûnesi, benzeri vardır. İnsandaki beş cevher de, birer nümûnedir. Bunların Âlem-i kebîrde aslları vardır. Âlem-i kebîr­deki o beş cevherin birincisi Arşdır. Ya’nî insandaki kalbin, Âlem-i kebîr­deki aslı, Arşdır. Bunun için, kalbin bir ismi (Arşullah)dır. O beş cevherin, diğer dördü, hep Arşın üstündedir. Kalb, Âlem-i sagîrdeki Âlem-i halk ile, Âlem-i emr arasında ortak bir geçid olduğu gibi, Arş da, Âlem-i kebîrde­ki, Âlem-i halk ile Âlem-i emr arasında bir geçiddir. Kalb ile Arş, Âlem-i halkda bulunuyor ise de, Âlem-i emrdendirler. Bu beş cevheri iyice anla­mak, ancak tesavvuf yolundaki mertebeleri [konakları] etraflıca ve temâ­men geçip, nihâyete varan, Evliyânın büyüklerine nasîb olur. Beyt:

Her zevallı merd-i meydan olamaz; Sivri sinek de Süleymân olamaz.

Allahü teâlânın lütfü, ihsânı, bahtiyâr bir insana yetişip de, kalb gözü açı­lıp, vücûb mertebeleri gösterilirse, Âlem-i kebîrdeki, bu beş cevherin mu­kaddes asllarını da, orada görür ve Âlem-i sagîr ve kebîrdeki cevherlerin, bunların nümûneleri, sûretleri olduğunu anlar. Mısra’:

Bu büyük devleti bugün kime verirler.

Bu, öyle büyük bir ni’metdir ki, Allahü teâlâ, dilediği, seçdiği kimseye ihsân eder.

Âlem-i emr bilgilerini anlatmak yasak edilmişdir. Çünki, çok ince bilgi­lerdir. Dinleyenler yanlış anlar. Sûre-i İsrâ, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Sizlere, ilmden pek az verildi) buyuruldu. Burada bildirilen ilm ile şeref­lenen, râsih âlimler, perde arkasını seyr etmekdedirler. Mısra’:

Ni’met sâhiblerine ni’metler âfiyet olsun.

Fârisî beyt tercemesi:  

Perde ardındaki esrârı açmak, uygun değildir, yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yokdur.

Mukaddes cevherlerin birincisi, Allahü teâlânın izâfî sıfatlarındandır. Bu sıfatlar, vücûb ile imkân arasında geçid gibidir. [(Vücûb), Allahü teâlânın ve sekiz hakîkî sıfatının mertebesidir. (İmkân) da mahlûkların mertebesi­dir.] İkinci cevher, hakîkî sıfatlardır. İzâfî sıfatlar, kalbe, hakîkî sıfatlar, rû­ha tecellî eder. Hakîkî sıfatların üstünde bulunan üç cevher, Zât-i ilâhî mer­tebesindedir. Bu üç mertebenin tecellîlerine, (Tecelliyât-i Zâtiyye) derler. Bundan fazla yazmak fâideli olmaz. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kalem buraya gelince ucu kırıldı.

Allahü teâlâ size ve hidâyete kavuşanlara ve Muhammed Mustafâya “aleyhisselâm” tâbi’ olanlara selâmet versin!