270 221-Mektub

Başkalarının yaradılışlarına da, ye’s uygundur. Bu fakîre göre, yaradılışla­rına ye’s uygun olanlar dahâ iyidir. Bununla berâber, o makâmda kavuşmak ve kavuşmakdan ümmîdsiz olmak, birbirinden ayrı değildir. İkinci süâlin cevâbı da, buradan anlaşılmış oldu. Çünki, hiçbirşeye bağlı olmıyan vasl baş­kadır. Vasl-ı uryânî başkadır. Vasl-ı uryânî demek, bütün perdelerin kalk­ması ve bütün mâni’lerin yok olmasıdır. Perdelerin en büyüğü ve mâni’le­rin en kuvvetlisi çeşidli tecellîler ve başka başka görünüşler olduğundan, bu tecellîlerin ve zuhûrların temâm olması, bitmeleri lâzımdır. Bu tecellî­ler ve zuhûrlar, isterse mahlûklarda görünsünler, isterse vücûb aynaların­da görünsünler, perde olmakda ayrılıkları yokdur. Aralarında şeref ve rütbe bakımından ayrılık varsa da, bu sâlik bu farkı görmez.

Süâl: Yukarıdaki yazıdan, tecellîlerin sonu olduğu anlaşılıyor. Hâlbuki tarîkat büyükleri, tecellîlerin sonsuz olduğunu bildirmişlerdir.

Cevâb: Tecellîlerin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda, ayrı ayrı, bi­rer birer seyr olunduğu zemândır. Böyle olan seyrde, Zât-i teâlâya kavu­şulamaz. Vasl-ı uryânî olamaz. Zât-i teâlâya kavuşabilmek için, ismleri ve sıfatları kısaca ve topdan geçmek lâzımdır. Böyle olan seyrde, tecellîlerin sonu vardır.

Süâl: Zât-i ilâhînin tecellîleri sonsuzdur demişlerdir. Molla Câmî hazret­leri “kuddise sirruh” (Leme’ât) kitâbını açıklarken böyle buyurmuşdur. Böyle olunca, tecellîlerin sonu vardır demek nasıl doğru olur?

Cevâb: Zât-i ilâhînin o tecellîleri, şü’ûn ve i’tibârlardan ayrılmış değil­dir. Bunlardan ayrı olan tecellîlerin olduğu düşünülemez. Bizim anlat­mak istediğimiz şey, ister sıfatlı olsun, ister sıfatsız yalnız zâtî olsun, bütün tecellîlerin bulunmadığı birşeydir. Çünki o makâmda, herhangi bir tecel­lî sözünü söylemek câiz değildir. Çünki (Tecellî) demek, birşeyin, ikinci ve­yâ üçüncü veyâ... sonsuz olan mertebelerde görünmesi demekdir. Burada ise, hiçbir mertebe yokdur. Uzaklık, uzunluk diye birşey yokdur.

Süâl: Bu tecellîlere niçin zâtî denilmişdir?

Cevâb: Tecellîlerde başka ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i sıfât denir. Başka olmıyan ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i zât denir. Bunun için, te’ay­yün-i evvel olan ve zâtdan başka olmıyan Vahdetin görünmesine, tecellî-i zât demişlerdir. Biz ise, Zât-i teâlâyı söylüyoruz. Bu makâmda, başka olsun, başka olmasın, hiçbir ma’nâyı düşünmek, hiç olamaz. Çünki bütün ma’nâ­lar, kısaca ve topdan geçilmiş, Zât-i teâlâ hazretlerine kavuşulmuşdur. Bu mertebede, kavuşmak sözü de, kavuşulan gibi anlaşılamıyan birşeydir. Akl ile, düşünce ile anlaşılan kavuşmanın burada yeri yokdur. O mukaddes hazrete bu ma’nâ yakışmaz. Çünki akla, düşünceye dayanan insan, aklın er­mediği şeyleri anlıyamaz. Sultânın eşyâsını, ancak onun vâsıtaları taşıyabi­lir. Fârisî beyt tercemesi:  

Anlaşılamıyan bir bağlılık hep, Rabla insan arasında var elbet! 

Bu yolun büyüklerinden hiçbiri, kendi yolunun sonundan haber verme­mişdir. Yolun başlangıcını bildirmişlerdir ki, yolun sonu, burada yerleşdi­rilmişdir.