Başkalarının yaradılışlarına da, ye’s uygundur. Bu fakîre göre, yaradılışlarına ye’s uygun olanlar dahâ iyidir. Bununla berâber, o makâmda kavuşmak ve kavuşmakdan ümmîdsiz olmak, birbirinden ayrı değildir. İkinci süâlin cevâbı da, buradan anlaşılmış oldu. Çünki, hiçbirşeye bağlı olmıyan vasl başkadır. Vasl-ı uryânî başkadır. Vasl-ı uryânî demek, bütün perdelerin kalkması ve bütün mâni’lerin yok olmasıdır. Perdelerin en büyüğü ve mâni’lerin en kuvvetlisi çeşidli tecellîler ve başka başka görünüşler olduğundan, bu tecellîlerin ve zuhûrların temâm olması, bitmeleri lâzımdır. Bu tecellîler ve zuhûrlar, isterse mahlûklarda görünsünler, isterse vücûb aynalarında görünsünler, perde olmakda ayrılıkları yokdur. Aralarında şeref ve rütbe bakımından ayrılık varsa da, bu sâlik bu farkı görmez.
Süâl: Yukarıdaki yazıdan, tecellîlerin sonu olduğu anlaşılıyor. Hâlbuki tarîkat büyükleri, tecellîlerin sonsuz olduğunu bildirmişlerdir.
Cevâb: Tecellîlerin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda, ayrı ayrı, birer birer seyr olunduğu zemândır. Böyle olan seyrde, Zât-i teâlâya kavuşulamaz. Vasl-ı uryânî olamaz. Zât-i teâlâya kavuşabilmek için, ismleri ve sıfatları kısaca ve topdan geçmek lâzımdır. Böyle olan seyrde, tecellîlerin sonu vardır.
Süâl: Zât-i ilâhînin tecellîleri sonsuzdur demişlerdir. Molla Câmî hazretleri “kuddise sirruh” (Leme’ât) kitâbını açıklarken böyle buyurmuşdur. Böyle olunca, tecellîlerin sonu vardır demek nasıl doğru olur?
Cevâb: Zât-i ilâhînin o tecellîleri, şü’ûn ve i’tibârlardan ayrılmış değildir. Bunlardan ayrı olan tecellîlerin olduğu düşünülemez. Bizim anlatmak istediğimiz şey, ister sıfatlı olsun, ister sıfatsız yalnız zâtî olsun, bütün tecellîlerin bulunmadığı birşeydir. Çünki o makâmda, herhangi bir tecellî sözünü söylemek câiz değildir. Çünki (Tecellî) demek, birşeyin, ikinci veyâ üçüncü veyâ... sonsuz olan mertebelerde görünmesi demekdir. Burada ise, hiçbir mertebe yokdur. Uzaklık, uzunluk diye birşey yokdur.
Süâl: Bu tecellîlere niçin zâtî denilmişdir?
Cevâb: Tecellîlerde başka ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i sıfât denir. Başka olmıyan ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i zât denir. Bunun için, te’ayyün-i evvel olan ve zâtdan başka olmıyan Vahdetin görünmesine, tecellî-i zât demişlerdir. Biz ise, Zât-i teâlâyı söylüyoruz. Bu makâmda, başka olsun, başka olmasın, hiçbir ma’nâyı düşünmek, hiç olamaz. Çünki bütün ma’nâlar, kısaca ve topdan geçilmiş, Zât-i teâlâ hazretlerine kavuşulmuşdur. Bu mertebede, kavuşmak sözü de, kavuşulan gibi anlaşılamıyan birşeydir. Akl ile, düşünce ile anlaşılan kavuşmanın burada yeri yokdur. O mukaddes hazrete bu ma’nâ yakışmaz. Çünki akla, düşünceye dayanan insan, aklın ermediği şeyleri anlıyamaz. Sultânın eşyâsını, ancak onun vâsıtaları taşıyabilir. Fârisî beyt tercemesi:
Anlaşılamıyan bir bağlılık hep, Rabla insan arasında var elbet!
Bu yolun büyüklerinden hiçbiri, kendi yolunun sonundan haber vermemişdir. Yolun başlangıcını bildirmişlerdir ki, yolun sonu, burada yerleşdirilmişdir.
4:20 minutes ( 2 MB)