Arabî beyt tercemesi:
Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun? zevallı âşık, birkaç damla ile doysun!
İyi dinle! Allahü teâlâ, anlayışını artdırsın! Bu büyüklerin cezbeleri iki dürlüdür: Birincisi, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan gelmekdedir. Bu bakımdan, yolları, bu hazrete bağlıdır” radıyallahü anh”. Buna kavuşmak, husûsî bir teveccüh ile olur. Bütün varlıkları, varlıkda durduran budur. Kendinden geçmek ve kendini yok bilmek bu cezbede olur. Bu yolun ikinci cezbesi, Behâüddîn-i Buhârîden gelmekdedir. [O zemân başlamışdır.] Zât-i ilâhî ile olmakdan hâsıl olur. Bu cezbe, Hâce hazretlerinden, birinci talebesi olan, hâce Alâ’üddîn hazretlerine geldi. Kendisi, zemânının kutb-i irşâdı olduğundan, bu cezbeyi elde etmek için de bir yol kurdu. Bu yola, bu Silsile-i aliyyede, (Alâiyye yolu) denildi. Büyükler buyuruyor ki, en kısa yol, (Alâiyye yolu)dur. Bu cezbe, Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinden gelmekde ise de, bu elde etmek yolunu bulan, hâce Alâ’üddîn-i Attâr hazretleridir “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ”. Doğrusu, bu yolu çok bereketlidir. Bu yolda az ilerlemek, başka yollarda çok ilerlemekden dahâ fâidelidir. Zemânımıza gelinciye kadar, Alâiyye Ahrâriyye silsilesinin büyükleri, bu ni’mete kavuşmuşlardır. Tâlibleri bu yolda yetişdirmişlerdir. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri, bu büyük ni’meti, Ya’kûb-i Çerhî hazretlerinden aldı. Ya’kûb-i Çerhî “aleyhimürrıdvân”, hâce Alâ’üddîn hazretlerinin halîfelerinden idi.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan gelen cezbeyi elde etmek için de, başka bir yol kurulmuşdur. Bu yol (Vukûf-i adedî)dir.
Cezbeden sonra hâsıl olan sülûk de, iki dürlüdür, hattâ çok dürlüdür: Birisi, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini maksada kavuşduran yoldur. Peygamberlerin sonuncusu “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye” de bu cezbe ve bu sülûk ile vâsıl olmuşdur. Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ ve tekaddese aleyhim ecma’în” arasında Resûlullaha en çok ihlâsı olan ve Resûlullahda fânî olan, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk olduğu için bu yola kavuşdu. Bu cezbe ve sülûk, imâm-ı Ca’fer-i Sâdık hazretlerine olduğu gibi ulaşdı. İmâmın annesi, hazret-i Sıddîkın soyundan olduğu için, imâm-ı Ca’fer-i Sâdık, (Ebû Bekr, beni iki kerre meydâna getirdi) buyurmuşdur. [Böylece, Sıddîkdan gelen cezbeyi ve onun soyundan olduğunu bildirmişdir.] İmâm hazretleri, yüksek babalarından da, başka bir nisbet almış ve bu iki yolu kendisinde toplamışdı. Bu cezbeyi, onlardan gelen sülûk ile birleşdirdi. Bu sülûk ile maksada vardı. İki sülûk arasındaki ayrılık şöyledir ki, hazret-i Emîr “kerremallahü vecheh”, (Seyr-i âfâkî) ile ilerlemişdir. Hazret-i Sıddîkın sülûkü, âfâka o kadar bağlı kalmaz. Cezbe odasının dıvârı delinerek maksada yetişdirmeğe benzer. Birinci sülûkde ma’rifetler hâsıl olur. İkincisinde, tâlibi muhabbet kaplar. Bunun için, hazret-i Emîr, ilm şehrinin kapısı oldu. Hazret-i Sıddîk ise, O Serverin “aleyhissalâtü vesselâm” hılletinden pay aldı. Hadîs-i şerîfde, (Halîl edinseydim, Ebû Bekri halîl edinirdim) buyuruldu. Hazret-i imâm-ı Ca’fer-i Sâdık cezbe ile sülûk-i âfâkîyi topladığı için, muhabbetden ve ma’rifetden çok pay aldı. Çünki, cezbesi muhabbete, sülûki ise ilmlere ve ma’rifetlere kaynak idi. İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık “rahmetullahi aleyh” bu birleşik nisbeti, sultân-ül’ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine “kaddesallahü teâlâ sirreh” emânet olarak bırakdı.
5:00 minutes ( 2.31 MB)