478/479 300-Mektub

300
ÜÇYÜZÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, oğlu akl ve nakl bilgilerini toplamış olan hâce Muhammed Ma’sûm “sellemehullahü teâlâ” hazretlerine gönderilmişdir. Derin, ince bil­gileri ve şaşılacak ma’rifetleri ve (Kabe-kavseyn ev-ednâ) makâmını bildir­mekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Olgun bir insan ismlerin ve sıfatların mertebelerini, ayrı ayrı geçerek tâm câmi’ olunca ve Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının kemâllerine ayna olun­ca ve bu kemâllerin aynası olan kendi ademi, büsbütün görünmez olunca ve kemâllerden başka hiçbirşey görülmezse, ademin örtülmesi ile hâsıl olan tâm Fenâdan sonra, o kemâllerin görünmesi ile hâsıl olan Bekâya ka­vuşmakla şereflenir. Vilâyet makâmına ermiş olur. Bundan sonra, eğer Allahü teâlâ ezelde dilemiş ise, ârifin Bekâ bulmuş olduğu bu kemâller, ikin­ci olarak Zât-i teâlânın aynasında görünür. Bu zemân, (Kabe-kavseyn) ne demek olduğu anlaşılır. Aynada görünür demek, bu makâmında aynada­ki şey ile ayna arasında, anlaşılamıyan bir bağlılık hâsıl olur demekdir. Yok­sa, ortada ne ayna vardır, ne de aynada görünen birşey vardır. Allahü te­âlâ birşeye benzetilemez. Ârifin bekâ bulduğu kemâller, Allahü teâlânın aynasında görülünce orada onlarla, anlaşılamıyan bir bağlılık hâsıl olunca, ârifin kendisine dediği (Ben) kelimesi, o makâmda, o kemâllere söylenir. Kendini o kemâller olarak görür. Benliğin (Kabe-kavseyn) makâmında ulaş­dığı en son makâm burasıdır.

Oğlum, iyi dinle ve iyi anla! Güzelliğin ve iyiliğin göründüğü sûretleri gös­teren ayna canlı olsa ve bilici olsa, güzelliği, iyiliği göstermek ona tatlı olur­du. Bundan çok sevinirdi. Hakîkati gösteren aynada, tatlı ve acı olmaz. Çünki, lezzet ve elem, mahlûklarda olur. Fekat, o yüksek makâma uygun olan ve noksânlık ve değişiklik olmıyan birşey vardır. Fârisî beyt tercemesi:

Hâfızın bağırması boşuna değildir; söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir!

O mertebede anlaşılmaz hâle gelen, bu kemâller, insandaki Âlem-i hal­ka nisbetle Âlem-i emr gibidirler. (Kendini anlıyan, Rabbini anlamış olur) sözünün inceliğini buradan anlamalıdır. O yüksek aynada görünen ke­mâller, Zât-i ilâhîdeki topluluğun açılmış, yayılmış hâlleridir. O topluluk­la anlaşılmaz bir bağlantı hâsıl etmişlerdir. Anlaşılmaz olarak birleşmişler­dir. Cemâl-i ilâhînin aynası olmuşlardır. O toplulukda, vehm ve hayâl ba­kımından bir açılmak, yayılmak hâsıl olmuşdur. Bu da, ârifin benliğinin yük­selmesine sebeb olmuşdur. Bu kemâl (Ev-ednâ) âyet-i kerîmesinde bildi­rilen makâmdır. Fârisî mısra’ tercemesi:

Buraya gelince, kalemin ucu kırıldı.

Nihâyetin nihâyeti, sonun sonu, işte bu kadar anlatılabilir. Yüksek mer­tebedekiler de, bunu anlamakdan çok uzakdır. Câhiller için artık ne deni­lebilir? Yükseklerin seçilmişleri arasında da, bu ni’mete kavuşan ve bu ma’rifete erişen pekazdır. Fârisî beyt tercemesi:

Dilenci evine, gelirse sultân, ey hoca, sen bu işe şaşma hemân!

Bu nihâyet, zuhûrlar, tecellîler bakımından nihâyetdir. Bundan sonra, hiçbir tecellî ve zuhûr olmaz. Arabî beyt tercemesi:

Bundan sonrasını anlatmak çok incedir, anlatmamak dahâ iyi olan da vardır.

Doğru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafânın izinde olanlara selâm olsun “aleyhi ve alâ âlihi ve alâ cemî’il-enbiyâ-i vel-mürselîn ve alâ âl-i kül­lin ve alâ melâike-til-mukarrebîn salevâtü vetteslîmâtü vettehıyyâtü vel-be­rekâtü etemmühâ ve ekmelühâ ûlâhâ ve a’lâhâ ve edvâmühâ ve ebkâhâ ve e’ammühâ ve eşmelühâ”!