157/158 107-Mektub

107
YÜZYEDİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, yine Muhammed Sâdık-ı Kişmîrîye yazılmışdır. Evliyânın kerâmetlerini bildirmekdedir:

Hak sübhânehu ve teâlâ, Evliyâya inanmakla ve bu yüksek insanları sev­mekle, hepimizi şereflendirsin!

İçinde birkaç süâl bulunan mektûbunuz geldi. Denemek ve üzmek için yapılan süâl, cevâb vermeğe değmez ise de, belki fâideli olur düşüncesi ile cevâb veriyorum. Birisi anlamazsa da, anlayanlar çok şey öğrenir.

Süâl: Eskiden gelmiş geçmiş Velîlerde çok kerâmetler, hârikalar hâsıl ol­muşdu. Zemânımızdaki büyüklerde ise az görülmekdedir. Bunun sebebi ne-dir? diyorsunuz.

Cevâb: Bu süâli sormanız, zemânımız büyüklerinde hârikalar az görü­lüyor diyerek bunları küçültmek düşüncesi ile oldu ise, şeytânın aldatma­sından Allahü teâlâya sığınırız. Sözün gelişinden düşüncenizin öyle oldu­ğu anlaşılıyor. Şeytânın şerrinden Allahü teâlâya sığınınız!

Velî olmak için, bir insandan hârikaların, kerâmetlerin meydâna gelme­si şart değildir. Hâlbuki, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” mu’cize gös­termesi lâzımdır. Bununla berâber, Evliyânın hemen hepsinde, kerâmet gö­rülmüşdür. Kerâmet göstermeyen Velî pekazdır. Bir Velîden, çok kerâmet meydâna gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. Evliyânın birbirinden üs­tünlüğü, Allahü teâlâya dahâ yakın olmalarına bağlıdır. Dahâ yakîn olan bir Velî, pek az kerâmet sâhibi olabilir. Allahü teâlâdan dahâ uzak olan bir Velî, dahâ çok kerâmet, hârika gösterebilir. Bu ümmetin sonradan gelen Ev­liyâsında, o kadar çok kerâmetleri olanlar görülmüşdür ki, Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim” hiç birinde, bunun yüzde biri bile, meydâna gelme­mişdir. Hâlbuki, Evliyânın en yükseği, en aşağı derecede olan bir Sahâbî­nin “radıyallahü anh” derecesine yetişemez. Görülüyor ki, Evliyâyı ve onların üstünlüğünü anlıyabilmek için, kerâmetlerine, hârikalarına bakmak, câhillik, kısa görüşlülük olur. O kimsede, o büyüklerin yollarına katılabil­mek kâbiliyyetinin az olduğunu gösterir. Peygamberlerin ve Velîlerin feyz ve bereketlerine, ancak onlara uymak kâbiliyyetinde olanlar kavuşabilir. Kendi düşüncelerine, hayâllerine uyanlar, kavuşamaz. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, uymak kâbiliyyeti sebebi ile, Peygamberimize “sallal­lahü aleyhi ve sellem” birşey sormadan inanıverdi. Ebû Cehlde bu kuvvet bulunmadığından, o kadar alâmet ve mu’cizeler gördüğü hâlde, Peygam­berliğe inanmak se’âdeti ile şereflenemedi. Sûre-i En’amda, (Senin Peygam­ber olduğunu belirten, açık alâmetlerin hepsini görseler, yine inanmazlar. Yanına geldikleri zemân, terbiyesizlik yapar, mubârek kalbini incitirler ve bu Kur’ân, eskiden kalma hikâyeler, masallardır, derler) meâl-i şerîfde­ki âyet-i kerîme, böyle tâli’sizleri bildirmekdedir.

Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına yakın zemânlarda­ki Evliyânın, az kerâmet gösterdiğini, bütün ömrlerinde üç-beş hârikadan başka görülmediğini söyledik. Cüneyd-i Bağdâdînin on kerâmeti bile işi­tilmemişdir. Hak teâlâ, kelîmi olan, Mûsâ aleyhisselâma dokuz mu’cize ver­diğini bildirmekdedir. Bunlar, düşmanlara karşı olan hârikalardır. Yoksa, Peygamberlerden ve Evliyâdan her sâatde, hârikalar meydâna gelmekde­dir. Düşmanları bilse de, bilmese de, hârikaları güneş gibi görülmekdedir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kör göremezse, güneşin kabâhati ne?

Süâl: Temiz olan tâliblerin, keşf ve müşâhede etdikleri şeylere, şeytân birşey karışdırabilir mi? Karışdırabilirse, bunu ayırd etmek nasıl olur? Karışdıramaz ise, keşf ve ilhâm ile elde edilen bilgilerin, ba’zısının yanlış olması nedendir?

Cevâb: Herşeyi doğru olarak ancak Allahü teâlâ bilir. Bilgisini şeytâ­nın karışdırmadığı kimse yokdur. Peygamberlere bile karışabileceği, hat­tâ karışdığı hâlde, Evliyâya karışmaz olur mu? Nerde kaldı ki, acemi tâ­liblere karışmasın. Şu kadar var ki, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât” şeytânın karışdırdığı, haber verilir ve yanlış doğrudan ayırd olunur. Nitekim Hâc sûresinde, (Allahü teâlâ, şeytânın karışdırdığını değişdirir. Sonra kendi âyetlerini, sağlam olarak bildirir) meâlindeki âyet-i kerîme, bunu beyân etmekdedir. Evliyâya, şeytânın karışdırdığını haber vermek lâzım değildir. Çünki Velîler, Nebîlerin izinde yürümekde­dir. Bunlar, Peygamberlerin bildirdiğine uymıyan buluşlarını red ederler, kıymet vermezler. Fekat, Peygamberin dîninin bildirmediği, doğru veyâ yanlış demediği bilgilerin doğrusunu, iğrisinden ayırmak güçdür. Çünki ilhâm zannîdir, şübhelidir. Fekat, doğru ilhâmları iğrilerinden ayırama­mak, Velîler için, bir kusûr olmaz. Çünki dünyâ ve âhıret se’âdetlerine ka­vuşmak, islâmiyyete uymakla olur. İslâmiyyetin bildirmediği şeyler, ehemmiyyetli değildir. İnsanlara, ehemmiyyetsiz şeyleri yapmak emr olunmadı.

Keşf ve ilhâmlarda yanlışlık, yalnız şeytân tarafından gelmez. Çok def’a, şeytân hiç karışmadan, hayâlde, doğru olmıyan ba’zı şeyler hâsıl olur. Meselâ, ba’zan Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâda gö­rüp, ba’zı şeyler öğrenenler oluyor ki, bu öğrendikleri, kitâblara uymamak­dadır. Hâlbuki, bu rü’yâlara şeytânın karışmadığı meydândadır. Çünki şeytânın, her ne sûretle olursa olsun, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sel­lem” efendimizin şekline giremiyeceğini, âlimlerimiz bildirmekdedir. İşte, böyle rü’yâlarda, hayâl, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermekdedir.

Süâl: Evliyânın kerâmeti ile, kâfirlerde hâsıl olan istidrâc birbirine ben­ziyor. Acemi bir tâlib, bir hârik-ul’âde görünce, bir Velînin “rahmetullahi aleyh” kerâmeti, veyâhud bir yalancının istidrâcı mı olduğunu nasıl ayırd edebilir?