508 313-Mektub

Görülüyor ki, âdete göre hem arablar doğrudur, hem de Hindistân ve Mâverâ-ün-nehr er­keklerinin giydikleri doğrudur. Bekara sûresi yüzkırksekizinci âyetinde me­âlen, (Allahü teâlâ, herkesin yüzünü bir tarafa çevirir) buyuruldu. Önü açık antâri giymek sünnet olduğu iyi bilinseydi, Hanefî âlimleri, zimmîlerin böyle giymelerine izn vermezler, yalnız din adamlarının ve ilm sâhiblerinin giymelerini bildirirlerdi. Bu elbisede kadınlar başda geldikleri için, erkek­lerin elbiselerini kadınların elbiselerine benzetmemeleri uygun görülmüşdür.

Süâl 6: Bu yolun tâlibleri, başlangıçda, tâm ehadiyyeti arıyorlar. Keli­me-i tevhîdi söylemek bunlara nasıl uygun olur? Çünki, tapınacak birşey yokdur derken, Ondan başkaları düşünülmekdedir.

Cevâb 6: Ondan başkalarının düşünülmesi, ehadiyyete bağlanmayı düzelt­mek ve terbiye etmek içindir. Başkalarına tapılamıyacağını söylemek, Ona bağlı kalabilmek içindir. Yok etmek için başkalarını düşünmek, bir varlığa bağlanmağa uygunsuz olmaz. Bir varlığa bağlanmağa uygun olmıyan, başka­larına bağlanmakdır. Yok etmek için, onları düşünmek değildir. Bu ikisini bir­birine karışdırmamalıdır. [Zikrin çeşidleri çokdur. Bunlardan çok fâidelisi, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillâhil hamd)dır. Buna (Tekbîr-i teşrîk) denir. Her gün çok okumalıdır.]

Süâl 7: Bu yolda yeni başlıyanların ağızları ile söyledikleri zikri, kalb­leri de söylemekdedir. Kelime-i tevhîd ile zikr ederken, kalb de bunun hep­sini söyliyor mu, söylemiyor mu? Kalb de hepsini söyliyorsa, (Lâ) derken yukarıya doğru, (İlâhe) derken, sağa doğru söylemek nedendir?

Cevâb 7: Eğer kalb, (LÂ İLÂHE İLLALLAH) kelimesinin hepsini söylerse, niçin bu kusûr olsun? (LÂ) derken, hayâli ile, göbekden yukarı doğru söyler. (İLÂHE) derken, yukardan [göğsün] sağına doğru, (İL­LALLAH) derken sağdan kendine [ya’nî kalbe] doğru söyler. Yâhud, bu kelimeleri, bu üç tarafa doğru hayâli ile götürür. Ağzı ile birşey söyle­mez. Böylece, kalbin ağız ile birlikde olması şartı ortadan kalkar. Sizin bu son iki süâliniz, Fahreddîn-i Râzînin şübhelerine benzemekdedir. İyi dü­şünseydiniz, sormanıza hâcet kalmazdı.

EK: Son olarak, şunu da bildirelim ki, oradaki kardeşlerimiz arka arka­ya yazarak, Mîr [Muhammed Nu’mân “rahmetullahi teâlâ aleyh”] hazret­lerinin bu günlerde talebeyle az çalışdığını, ev yapdırmakla uğraşdığını, eli­ne geçenleri ev yapmağa harc etdiğini, talebenin, kendisinden fâidelene­mediğini bildiriyorlar. Bunları öyle yazmışlar ki, beğenmedikleri, isteme­dikleri anlaşılmakdadır.

İyi biliniz ki, bu yola bağlı olanları beğenmemek, öldürücü zehrdir. Bu büyüklerin sözlerine, işlerine karşı gelmek, insanı sonsuz felâkete götürür. Uçuruma sürükler, hele kendi rehberini beğenmez, ona karşı gelirse, üstâ­dını incitirse, neye varacağını düşünmelidir! Bu büyüklere inanmıyanlar, bunların bereketlerine kavuşamaz. Bunlara karşı gelenler, her zemân ziyân eder, aldanır. Rehberin “rahmetullahi teâlâ aleyh” her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikce, onun yüksekliklerinden hiçbirine kavuşamaz. Eline birşeyler geçerse, istidrâc olup, sonu yıkım ve çöküntü olur. Üstâdına aşı­rı sevgisi ve bağlılığı olmakla berâber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğen­memek bulunursa, bunu kendi için felâket, yıkım bilmelidir. Onun üstün­lüklerinden hiçbirine kavuşamıyacağını anlamalıdır.

Rehberin işlerinden birini beğenmezse ve bundan kendini kurtaramaz­sa, karşı gelmiş olmıyacak bir yol ile, kendisinden bunu sormalı, inanma­mış görünmemelidir. Bu zemânda, doğru ile yanlış, iyi ile kötü birbirleri ile karışıkdır. Rehberin ara sıra, islâmiyyete uymıyan birşey yapdığını görür­se, kendisi bunu yapmamalı, iyi gözle bakarak, islâmiyyete uygun görme­ğe çalışmalı, iyi tarafını aramalıdır. İyi ve uygun yerini bulamazsa, bu be­lâdan kurtulmak için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Üstâdının bundan kurtulması için, ağlıyarak, düâ etmelidir. Üstâdının mubâh olan birşeyi yap­masından şübheye düşerse, bu şübheye kıymet vermemelidir. Herşeyin sâ­hibi olan Allahü teâlâ, mubâh şeyleri yasak etmemiş, beğenmemezlik et­memiş iken, başkası, kendiliğinden nasıl karşı gelebilir. Çok yer vardır ki, birşeyin dahâ iyisini yapmamak, yapmakdan dahâ iyi olur. Hadîs-i şerîfde “alâ sâhibihessalâtü vesselâm”, (Allahü teâlâ, azîmetle iş yapmayı sevdi­ği gibi, ruhsatla yapmayı da sever) buyuruldu. Mîr hazretlerinin kabz hâ­li, sıkıntılı hâli çok olduğu için, böyle zemânlarında, talebesi ile uğraşama­yıp da, birkaç mubâh işle kendini avutmak isterse, buna karşı durmak doğru olur mu? Abdüllah-i Istahrî hazretleri, böyle zemânlarında, av kö­pekleri ile birlikde, ormana ava giderdi. Büyüklerden birçoğu da, böyle ze­mânlarda, simâ’ ve nağme dinlemekle kendilerini avuturlardı. Doğru yol­da olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde gidenlere selâm olsun “aley­hi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”!