Bütün üstünlüklerin ve feyzlerin onda bulunduğunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze uygun olan bir zât şeklinde olarak Ondan geldiğini ve onun latîfelerinden, o feyze uygun bir latîfenin, o zât şeklinde göründüğünü bilmelidir. Kendisi yanılarak, Onun latîfesini, başka zât sanmış, feyzi ondan geliyor bilmişdir. Bu büyük bir yanılmakdır. Hak teâlâ yanılmakdan korusun! İnsanların en üstünü hürmetine, se’âdete vâsıta olan zâta inancı ve sevgiyi doğru eylesin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”. Kısacası, (Tesavvuf başdan başa edebdir), ata sözü olmuşdur. Edebi gözetmiyen bir kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz. Edeblerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edebleri yerine getiremezse ve uğraşdığı hâlde başaramazsa, afv olunur. Fekat, kusûrunu bildirmesi lâzımdır. Eğer Allah korusun, edebleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin fâidesine ve bereketine kavuşamaz. Fârisî beyt tercemesi:
Se’âdet yazılmamışsa bir kimseye, Fâidelenmez Peygamberi görse de.
Bir kimse, vâsıtanın yardımı ile Fenâ ve Bekâ mertebesine kavuşarak, ilhâm ve firâset yolu kendisine açılırsa ve Ondan bu müjdeyi alırsa ve kemâle geldiğini işitirse, o zemân, ilhâm olunan birkaç şeyde Ona uymaması ve kendi ilhâmına göre hareket etmesi câiz olur. Çünki böyle yükselen bir mürîd, rehbere uymakdan kurtulmuşdur. Başkasına uyması hatâ olur. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ictihâd işlerinde ya’nî Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan şeylerde, O Serverin ictihâdından ayrılmışlardır. Bunların birkaçında, Eshâbın ictihâdı doğru olmuşdur. Çok okuyanlar, böyle olduğunu bilirler. Bundan anlaşılıyor ki, olgunlaşan birinin vâsıtaya uymaması câizdir. Ona uymaması edebsizlik olmaz. Hattâ bu mertebenin edebi, ona uymamakdır. Eğer böyle olmasaydı, edeblerin en yüksek mertebesine varmış olan Eshâb-ı kirâm, hiç uymamazlık etmezlerdi. İmâm-ı Ebû Yûsüfün, ictihâd mertebesine yükseldikden sonra, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye uyması doğru değildir. Kendi re’yine uyması, İmâm-ı a’zama uymaması doğrudur “radıyallahü anhümâ”. İmâm-ı Ebû Yûsüfün, (Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olup olmamasında, Ebû Hanîfe ile altı ay çekişdim) dediği meşhûrdur. San’atların ilerlemesi, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Bir düşünce ile kalsaydı, ilerleme olmazdı. Sîbeveyh zemânında olan Nahv bilgisine yeni buluşlar ve yeni görüşler eklenerek, bugün yüz kat fazla artmışdır. Fekat,bu ilmin temelini kuran odur. Üstünlük onundur. Herşeyin üstünü, kurucusudur. Yükseltmek şerefi ise, sonra gelenlerindir. Bundan dolayıdır ki, hadîs-i şerîfde, (Ümmetim, yağmura benzer. Öndekiler mi, sondakiler mi dahâ iyidir, belli olmaz) buyuruldu.
EK: Okuyanların şübhelerini gidermek için, şunu ekliyelim ki, (Vâsıta diriltir ve öldürür. O makâmın öldürme ve diriltme gücü olması lâzımdır)demek, rûhu diriltmekdir. Cismi, bedeni diriltmek değildir. Öldürmek de rûhu öldürmekdir. Cismi değil. Rûhun dirilmesi ve ölmesi, Fenâ ve Bekâsıdır ki, (Vilâyet makâmı)na ve kemâle ulaşdırır. Olgun bir zât, Allahü teâlânın izni ile, bu iki şeyi yapabilir. Bu zâtın öldürmesi ve hayât vermesi lâzımdır. Hayât vermek ve öldürmek demek, Bekâ ve Fenâ makâmına kavuşdurmak demekdir. Bedeni öldürmek ve ölüyü diriltmekle, bu makâmın bir ilgisi yokdur. O, bir miknâtısa benzer. Miknâtısın te’sîr etdiği iğne, saman çöpü gibi şeyler, onun arkasında sürüklenir. Ondan miknâtıs enerjisi alırlar. Evliyânın hârikalar ve kerâmetler göstermesi, insan toplamak için değildir. [Miknâtısın kuvvet çizgileri gibi] görünmiyen kuvvetlerle çekerler. Onları tanımıyan ve sevmiyenler, onlardan istifâde edemez, yükselemezler. Binlerle mu’cize, hârika ve kerâmetler görseler, hiç fâide olmaz. Bu sözümüze inanmak için, Ebû Cehli ve Ebû Lehebi gözönüne getirmek yetişir. Allahü teâlâ, En’âm sûresinin yirmibeşinci âyetinde, kâfirleri bildirirken meâlen,
(Âyetlerin hepsini görseler de, onlara inanmazlar. Hattâ, sana geldikleri zemân, seninle döğüşürler. Kâfirler bu söylediklerin, olsa olsa, eskilerden kalan hurâfelerdir, uydurma şeylerdir, derler) buyurdu. Vesselâm.
5:47 minutes ( 2.67 MB)