450 290-Mektub

Her iki şühûd var iken, bildirdiler ki, böylece, hiçbir bağlılık olma­dan görülen, Hak teâlânın kendi değildir. Tekvîn sıfatının âlemle olan ba­ğının, Âlem-i misâlde olan sûretidir. Çünki, Onun zâtı, mahlûklarla bir il­gisi olmakdan çok uzakdır. Anlaşılabilen veyâ anlaşılamıyan hiçbir bağlan­tısı yokdur. Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acabâ? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada.

Kıymetli kardeşim! Hâllerin hepsini açıklamağa ve ma’rifetleri anlatma­ğa kalkışırsam, çok uzun sürer. Dinliyenleri usandırabilir. Hele (Tevhîd-i vücûd) ma’rifetleri, herşeyin zıl, görüntü olduğu anlatılırsa, sonu gelmez. Bütün ömürlerini tevhîd-i vücûd ma’rifetlerinde geçirenler, bu sonsuz deryâdan bir damla ele geçirememişlerdir. Şuna da, çok şaşılır ki, onlar, bu fakîri, tevhîd-i vücûd sâhiblerinden saymazlar. Tevhîd bilgilerine inanmı­yan âlimlerden sanırlar. Görüşleri kısa olduğu için, tevhîd ma’rifetleri üzerinde durmağı olgunluk bilirler. Bu bilgilerden ilerlemeği, gerilemek sa­nırlar. Fârisî beyt tercemesi:

Câhildirler, kendilerini de bilmezler, hüner sanmakdan aybları çekinmezler.

Bunların dayandıkları birinci sened, eski tesavvufcuların tevhîd-i vücû­dî üzerindeki sözleridir. Allahü teâlâ, bunlara insâf versin! O büyüklerin, bu makâmlardan ilerlemediklerini, o makâmda bağlanıp kaldıklarını ner­den biliyorlar? Biz, tevhîd-i vücûdî ma’rifetleri yokdur demiyoruz. Var ol­duğunu, fekat bu makâmdan dahâ yüksek makâmlara ilerleneceğini de söy­liyoruz. Eğer, bu makâmları aşanlara, bu bilgilere inanmıyor adını takıyor­larsa, ona bir diyeceğimiz yokdur.

Yine sözümüze dönelim. Birşeyin örneği, o şeyi tanıtır. Bir damla sızın­tı, bir su menba’ını buldurur. Biz de az bildirdik. Bir damla ile haber veri­yoruz.

Kardeşim! Kıymetli hocamız, beni yetişdi ve yetişdirebilir görerek, tarî­kati öğretmek için izn verince ve tâliblerden çoğunu, bu yana gönderince, kemâle gelmiş olduğuma ve tâlibleri yetişdirebileceğime inanamıyordum. (Bu işde duraklama! Büyüklerimiz, bu makâmların, kemâl ve tekmîl makâmı ol­duğunu bildirmişlerdir) buyurdu. (Bu makâma inanmamak, o büyüklerin yüksekliğine inanmamak olur) dedi. Emrlerine uyarak, tarîkati ta’lîm etme­ğe başladım. Tâliblere çalışmalarına yardımcı olmağa uğraşdım. Bu uğraş­malarımın tâliblere çok fâideli olduğu görüldü. Öyle oldu ki, senelerce ça­lışarak kavuşulabilenler, birkaç sâatde ele geçiyordu. Birkaç zemân uğraş­dım. Sonra, yine noksân olduğumu, aşağıda kaldığımı anladım. Tesavvuf bü­yüklerinin, son mertebe dedikleri, gelip geçici (Tecellî-i zâtî)ler, bu yolda hiç hâsıl olmamışdı. (Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) ne demek olduğunu bilmi­yordum. Bu kemâllere de kavuşmak lâzımdı. Bunları düşündükce, aşağıda kalmış olduğumu iyi anladım.Yanımda bulunan tâlibleri toplıyarak, geride olduğumu, hepsine bildirdim. Dağılmalarını söyledim. Fekat bu sözlerimi aşa­ğı gönüllülük, bir incelik sandılar. Yanımdan ayrılmadılar. Az zemân sonra, Allahü teâlâ, umduklarıma kavuşdurdu.