414 284-Mektub

284

İKİYÜZSEKSENDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, molla Abdülkâdir-i Enbâlîye yazılmışdır. Hâller, vecdler,Âlem-i emre bağlı şeylerdir. Bunları bilmek Âlem-i halk ile olur. Bu mek­tûbda bildirilenler, eski ma’rifetlerdir. Bunların yenisi büyük oğluna yaz­dığı mektûbda bildirilmişdir:

İnsanın bir görünen zâhiri vardır. Bir de görünmiyen bâtını vardır. İn­sanın zâhiri Âlem-i halkdan yapılmışdır. Bâtını Âlem-i emrdendir. Tesav­vuf yolunun başında ve ortasında hâller, vecdler, müşâhedeler ve tecellî­ler hâsıl olur. Bunlar insanın bâtını olan Âlem-i emre bağlı şeylerdir. Bu yo­lun sonunda hâsıl olan şaşkınlık, cehâlet, acz ve ümmîdsizlik gibi şeyler de, Âlem-i emre bağlıdır. İnsanın zâhiri kuvvet bulunca, bu da bu şeylerden pay alır. Her ne kadar devâmlı olmaz ise de, birşeyler hâsıl olur. (Kerîmlerin sof­rasından toprağa da bir pay düşer) sözünde olduğu gibi, Âlem-i emrde olan­lardan Âlem-i halka da biraz serpilir. Zâhirin asl işi, bütün bunları bilmek­dir. Çünki, bâtında bunlar hâsıl olur. Fekat bunları bilmez. Zâhir olmasay­dı, birşey bilinmez, hâsıl olan şeyler birbirinden ayırd edilemezdi. Tesav­vuf yolunda ilerlemenin ve makâmların Âlem-i misâlde işâretlerle göste­rilmesi, zâhirin anlaması içindir. Görülüyor ki, hâller bâtın içindir. Bu hâl­leri bilmek zâhir içindir. Bundan anlaşılıyor ki, hâllerini bilen Evliyâ ile hâl­lerini bilmiyen Evliyâda hâllerin bulunması bakımından ayrılık yokdur. Bu hâlleri bilmek bakımından fark olabilir. Bunun gibi, bir adam çok acıkır, açlık dayanamıyacak kadar artar. Adam kıvranır durur. Bu sıkıntılara aç­lık dendiğini de bilir. Başka birisi de, böyle açlıkdan kıvranır. Fekat, bu sı­kıntılara açlık denildiğini bilmez. Bunların ikisinde de açlık hâli vardır. Ara­larında ayrılık yokdur. Ayrılıkları, yalnız açlık denildiğini bilmekde ve bilmemekdedir.

Hâllerini bilmeyenler de ikiye ayrılır: Birincileri, hâllerin hâsıl olduğu­nu bilmez. Değişik değişik hâller olduğunu anlamaz. İkincileri, bu değişik­likleri bilir. Fekat, her bir hâlin ne olduğunu bilmez. Bu ikincilere de ilm sâhibi denir ve irşâd etmeğe elverişli olurlar. Hâlleri birbirinden ayırmak, her rehberin yapacağı iş değildir. Belki, yüzlerce sene geçdikden sonra, bu ni’mete kavuşan biri bulunabilir. Başkaları kendi hâllerini, bu ni’met sâhi­binden öğrenirler. Ülül’azm olan Peygamberler “salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim” birbirinden yüzlerce sene sonra gönderilirdi. Ayrı hükmler, başka başka dinler, bunlar ile gönderilirdi. Başka Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” onların dinlerine uyarlardı. Yalnız onla­rın hükmlerini bildirirlerdi. Fârisî mısra’ tercemesi:

Herkesin işi için, yaratır bir kulunu.   

Vesselâm.