480/481 301-Mektub

301
ÜÇYÜZBİRİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mevlânâ Emânüllaha yazılmışdır. Peygamberliğin yakınlı­ğı ve vilâyetin yakınlığı ve Peygamberliğin yakınlığına ulaşdıran yolları bil­dirmekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm olsun! Oğlum mev­lânâ Emânullah! Nübüvvet, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Bu yakın­lıkda, arada hiç zıl bulunmaz. Yükselirken, hep Hak teâlâya karşıdır. İni­şinde, mahlûklara karşıdır. Böyle kurb, Peygamberler içindir “aleyhimüs­salevâtü vetteslîmât”. Bu makâm yalnız bu büyüklere mahsûsdur “aleyhi­müssalevâtü velberekât”. Bu makâmın sonuncusu, insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâmdır “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”. Haz­ret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”, gökden yer yüzüne in­dikden sonra, Peygamberlerin sonuncusunun dînine uyacakdır. Böyle ol­makla berâber, uyanlar ve hizmetciler, sâhiblerinin ni’metlerine, artıkla­rına kavuşurlar. Bunun için, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât” uyanların üstünleri, Peygamberlerinin yakınlığından de pay alır. Bu makâmın bilgilerinden, ma’rifetlerinden ve kemâllerinden bir mîrâsa ka­vuşurlar. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bir kulunu, herkesin işine sebeb kılar.

Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonuncusunun izinde gidenlere, Ona uydukları için, Peygamberlik kemâllerinin verilmesi, Onun son Peygamber olmasını lekelemez “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”. Bunu iyi anlamalıdır.

Oğlum iyi anla! Allahü teâlâ seni mes’ûd eylesin! İnsanı Peygamberlik kemâllerine kavuşduran yollar iki ana caddedir: Birinci yol, vilâyet makâ­mının kemâllerini birer birer geçiren caddedir. Bu yolda, zıller tecellî eder. Sekr ma’rifetlerinden, vilâyet makâmına uygun olanlar hâsıl olur. Bu ke­mâlleri geçdikden ve bu tecellîler hâsıl oldukdan sonra, Peygamberlik ke­mâllerine sıra gelir. Bu makâmda asla kavuşulur. Zıllere bakmak günâh sa­yılır. İkinci yolda, böyle vilâyet kemâlleri hâsıl olmaksızın, doğruca Peygam­berlik kemâllerine kavuşulur. Bu ikinci yol, ana caddedir. Çabuk kavuşdu­rur. Peygamberlik kemâllerine kavuşan bir ârif, bu yolda, Allahü teâlânın dilediği kadar ilerler. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bun­ların Eshâbı da, bu büyüklere uydukları için böyle ilerlerler.

Birinci yol çok uzakdır. Geç kavuşdurur. Kavuşdurması da gücdür. Ev­liyâdan birçoğu “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, (Vilâyet makâ­mı)nda, inmek şerefine kavuşdukları zemân, iniş makâmlarında olan ke­mâlleri, (Nübüvvet kemâlleri) sanmışlardır. Mahlûklara karşı bulunmağı, onları çağırmak makâmı olduğu için, Peygamberlik makâmının incelikle­ri anlamışlardır. Bu anlayışları, doğru değildir. Bu inişleri, çıkışları gibi, vi­lâyet yolculuğudur. Vilâyet makâmının üstünde, başka bir urûc ve nüzûl var­dır ki, (Peygamberlik yolu)dur. Bunların, mahlûklara karşı olması, Peygam­berlikde, mahlûklara karşı olmak gibi değildir. Bu çağırmaları, Peygamber­likde olan da’vetden başkadır. Ne yapsınlar? Vilâyet kemâllerinden dışa­rı çıkamamışlar. Peygamberlik kemâllerinin ne olduğunu anlıyamamışlar. Vilâyetin yarısı olan yükselişi, vilâyetin hepsi sanmışlar. İkinci yarısı olan nüzûlü, Nübüvvet makâmı anlamışlar. Fârisî beyt tercemesi:

Taş içindeki böcek sanır. Yer ve gökler, hep orasıdır.

Bir sâlikin yalnız birinci yoldan kavuşması ve vilâyetle nübüvvetin ke­mâllerini birlikde elde etmesi ve bu iki makâmın kemâllerini birbirinden ayırması ve herbirinin urûcunu ve nüzûlünü ayrı ayrı yapması ve nübüvve­tin vilâyetden dahâ üstün olduğunu anlaması hâsıl olabilir. İkinci yoldan ka­vuşanlar için, vilâyet makâmının kemâlleri, ayrı ayrı hâsıl olmaz ise de, vi­lâyetin özü, toplu olarak, çok iyi olarak ele geçer. Hattâ, vilâyet sâhibleri, vilâyetin kabuğuna varmışlardır. O ise, vilâyetin özüne varmışdır. Evet, vi­lâyet sâhiblerine hâsıl olan sekr bilgileri ve zıl tecellîleri, onda çok az bu­lunur. Fekat bu ayrılık, vilâyet sâhiblerinin dahâ üstün olduklarını göster­mez. Hattâ, ikinci yoldan kavuşmuş olan ârif, bu bilgileri ve görünenleri aşa­ğılık bilir. Bunlara bakmakdan utanır. Belki onları, günâh ve edebsizlik bi­lir. Çünki asla kavuşmuş olan, bu aslın zıllerinden, görüntülerinden kaçı­nır. Onlara bakmakdan sıkılır. Zıllere tutulmak, asla kavuşamamakdır. Asla kavuşdukdan sonra, zıl görünmez olur. Zılle bakmak edebsizlik olur.

Yavrum! Peygamberlik kemâlleri, ancak Allahü teâlânın ihsânı ile hâsıl olur. Çalışmakla, uğraşmakla, bu büyük ni’met ele geçemez. Hangi çalışmak, bu büyük ni’meti ele geçirebilir? Hangi riyâzetler ve mücâhedeler bu yük­sek ni’mete kavuşdurabilir? Vilâyet kemâlleri böyle değildir. Bunların baş­langıcı elde edilebilir. Riyâzet ve mücâhede ile hâsıl olabilir. Pekaz kimse­yi, çalışmadan, uğraşmadan da, vilâyet ni’metine kavuşdurabilirler. Vilâyet, Fenâ ve Bekâ demekdir. Fenâ ve Bekâ da, Allahü teâlânın ihsânıdır. Çalı­şarak, başlangıcları elde edildikden sonra, Allahü teâlâ, dilediğini, Fenâ ve Bekâ ni’metini ihsân ederek şereflendirir. O Serverin “aleyhi ve alâ cemî’il enbiyâ-i vel-mürselîn ve alelmelâiketil-mukarrebîn ve alâ ehl-it-tâ’ati ecma’în salevâtü vetteslîmât” Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve ondan son­ra mücâhedeler yapması, bu ni’mete kavuşmak için değildi. Başka fâideler içindi. Hesâbın az olması, insanlıkla yapılan yanlışlıkların giderilmesi, dere­celerin yükselmesi, yimesi, içmesi olmıyan melekle konuşmakda edebi gö­zetmesi, Peygamberlik makâmında lâzım olan hârikaların, mu’cizelerin çok olması gibi incelikler içindi. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bu ni’mete, aracısız, geçidsiz olarak kavuşdu. Peygamberlerin “aleyhimüs­salevâtü vettehıyyât” Eshâbı onlara uydukları için, vâris oldular. Peygamber­lerinin “aleyhimüssalevâtü vel-berekât” aracılığı ile bu ni’metle şereflendi­ler. Peygamberlerden ve Eshâbından sonra “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât” çok az kimse, bu ni’metle şereflenmişdir. Başkasına da uymakla, vâris olmakla bu ni’meti ihsân etmeleri câizdir. Fârisî beyt tercemesi:

Rûh-ul-kudsün feyzleri gelirse yine,Îsânın yapdığını, yapar herkes de.

Bu ni’metin, Tâbi’înin büyüklerine de ışık salmış olduğunu sanırım “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Tebe’ı tâbi’înin büyüklerine de gölgesi düşmüş olduğunu umarım. Onlardan sonra, örtünmeğe başladı. Re­sûlullahın bi’setinden bin sene geçdikden sonra “aleyhi ve alâ âlihissalevâ­tü vetteslîmât”, Peygamberlerin sonuncusuna uymak ve Ona vâris olmak­la, bu ni’met, yine meydâna çıkdı. Sonra gelenleri, önce gelenlere benzet-di. Fârisî beyt tercemesi:

Dilenci evine gelirse sultân, ey hoca, sen bu işe şaşma hemân!

Doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde gidenlere selâm olsun “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”!