448 290-Mektub

290
İKİYÜZDOKSANINCI MEKTÛB

Bu mektûb, molla Muhammed Hâşime yazılmışdır. Allahü teâlânın, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine başlangıcda ihsân etmiş olduğu yolu bildir­mekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun temiz olan Âlinin ve Eshâbı­nın hepsine salât ve selâm olsun “salevâtullahi teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve Eshâbihi ecma’în”! Tesavvuf âlimlerinin yolları arasında en kısa, en uygun, en sağlam, en sâlim, en kuvvetli, en doğru, en iyi, en yüksek ve en olgun ola­nı Ebû Bekr-i Sıddîkdan gelen yoldur. Bu yolda bulunanların rûhlarını ve sâhiblerinin sırlarını, Allahü teâlâ takdîs eylesin! Bu yolun bütün bu üstün­lükleri ve bu yolda yetişenlerin şânlarının üstün olması, sünnet-i seniyye­ye yapışdıkları ve bid’atlerden sakındıkları içindir. Eshâb-ı kirâmda oldu­ğu gibi “aleyhimürrıdvân minelmelikilmennân”, bu büyüklerin de, bidâyet­lerinde, nihâyetlerinin kazancı yerleşdirilmişdir. Yüksek dereceye kavuş­dukdan sonra, huzûrları devâmlı olmuşdur. Başkalarının huzûru geçicidir.

Kardeşim! Allahü teâlâ, seni doğru yola ulaşdırsın! Bu fakîr, bu yola özendiğim zemân, Allahü teâlâ, işimi kolaylaşdırdı. Vilâyet kaynağı, hakî­katin mütehassısı, nihâyetin başlangıcda yerleşdirilmiş olduğu yolun kıla­vuzu, vilâyet derecelerine kavuşduran caddenin sürücüsü, dînin koruyucu­su, şeyhimiz ve imâmımız, şeyh Muhammed Bâkî “kaddesallahü teâlâ sir­reh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu yoldaki büyüklerin seçkinlerinden olan bu yüksek zât, Allahü teâlânın ismini zikr etmeği öğretdi. Teveccüh buyur­du. Bu fakîrde, zikrin tadı tâm hâsıl oldu. Sevincimin çokluğundan ağladım. Birgün sonra, bu büyüklerin kıymet verdikleri ve (Gaybet) dedikleri, şü’ûrsuzluk hâsıl oldu. Kendimden geçince, büyük bir deniz gördüm. Dün­yâdaki şeklleri, sûretleri, bu deniz içinde gölge gibi gördüm. Şü’ûrsuzluğum çoğaldı. Bir sâ’at, iki sâ’at sürdüğü günler oldu. Bütün geceyi kaplamağa başladı. Olanları, kendilerine arz etdim. (Fenâ)dan biraz hâsıl olmuş bu­yurdu. Zikr etmeği yasakladı. (Bu huzûru elden kaçırma!) dedi. İki gün son­ra, bilinen (Fenâ) hâsıl oldu. Arz eyleyince, (Vazîfeni yap!) buyurdu. Fe­nânın Fenâsı hâsıl oldu. Arz eyledim. (Bütün âlemi bir birleşmiş topluluk olarak görüyor musun?) buyurdu. (Evet) dedim. (Fenânın Fenâsında, âle­mi böyle birleşik görmekle birlikde, şü’ûrsuzluk da hâsıl olur) buyurdu. He­men o gece, buyurduğu gibi, Fenâ hâsıl oldu. Bunu ve bundan sonra ola­nı arz eyledim ve Allahü teâlâyı, ilm-i huzûrî ile bildiğimi ve kendisinde bu­lunmıyan sıfatlarla birlikde bildim dedim. Bundan sonra, bütün eşyâyı kaplıyan bir nûr göründü. Onu Hak teâlâ sandım. Bu nûr siyâh idi. Arz ey­ledim. (Nûr perdesi arkasında Hak teâlâ görülmüşdür. Bu nûrdaki geniş­lik, ilmdedir. Zât-i teâlâ herşeyle ilgili olduğu için, geniş görünmekdedir. Bunu yok etmek lâzımdır) buyurdu. Sonra, bu nûr küçülmeğe başladı. Darlaşdı. Nokta gibi oldu. (Noktayı da yok etmek, hayrete gelmek lâzım­dır) buyurdu. Öyle yapdım. Hayâl olan nokta da yok oldu. Hayrete daldım. Hak teâlâ, kendini kendi görür gibi göründü. Arz eyledim. (İşte, Nakşiben­diyyenin huzûru, bu huzûrdur) buyurdu. Bu yoldakilerin nisbeti, bu huzûr demekdir. Bu huzûra, gayb olmıyan huzûr da denir. Nihâyetin bidâyetde yerleşmesi, burada olur. Bu yolda, tâlibe bu nisbetin hâsıl olması, başka yol­larda, tâlibin maksada kavuşmak için, çalışılacak zikrleri ve vazîfeleri reh­berlerinden almalarına benzer. Fârisî mısra’ tercemesi:

Gül bağçemi gör de, behârımı anla!

Bu fakîrde bu nisbetin hâsıl olması, zikr öğrendiğim günden, iki ay ve birkaç gün sonra başladı. Bu nisbet hâsıl oldukdan sonra, (Fenâ-i hakîkî) denilen, başka bir fenâ hâsıl oldu. Kalb o kadar genişledi ki, yer küresinin ortasından Arşa kadar, bütün âlem, bu genişlik yanında, hardal dânesi kadar bile değildi.