406 276-Mektub

Hakîkati elde et­meden, yalnız sûrete sarılanı da müslimân bildiler ve kıyâmetde kurtulaca­ğını söylediler. Ulemâ-i zâhir ve bütün mü’minler böyledir dediler. Sûrete sarılmaksızın hakîkat elde edilemez dediler. Elde edilir diyenlere zındık ve sapık dediler. Bu keskin görüşlü büyüklere göre, görünür görünmez bütün üstünlükler, hep islâmiyyetin içindedir. İlâhî ilm ve ma’rifetler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleridir. Binlerce şühûd ve müşâhedenin kıymeti, bir i’tikâd bilgisi olan, (Allahü teâlâ hiçbirşeye benzemez, hiç kimse tarafından anlaşılamaz) sözünün kıymeti ile bir olamaz. İslâmiyyetin hükmlerinden bir hükmüne uymıyan bir kimsede hâsıl olan hâllere, vecdlere, tecellîlere ve zu­hûrlara hiç değer vermezler. Bunların istidrâc olmasından korkarlar. Böy­le söyliyenler Allahü teâlânın hidâyetine kavuşan Ulemâ-i râsihîndir. Ha-kâık-ı Kur’âniyye, işin iç yüzü bunlara bildirilmişdir. İslâmiyyetin edeble­rini gözetdikleri için, islâmiyyetin hakîkatine kavuşmuşlardır. Yukarıda bildirilen ikinci kısm, böyle değildir. Bunlar da, hakîkati arıyor, hakîkate tu­tulmuş ve islâmiyyetin ahkâmına, elden geldiği kadar sarılmış iseler de, bu hakîkati islâmiyyetin dışında biliyorlar. İslâmiyyeti, bu hakîkatin kabuğu sa­nıyorlar. Bunun için, bu hakîkatin görüntülerinden, zıllerinden bir zılle bağlanıp kalmışlardır. Bu hakîkatin özüne, içyüzüne kavuşamamışlardır. Bu­nun için, bunların evliyâlığı bir zılde kalmış, Allahü teâlânın sıfatlarının gö­rüntülerine varabilmişlerdir.

Ulemâ-i râsihînin evliyâlığı ise, asldadır. Asla kavuşduran yolu bul­muşlardır. Zıllerin perdelerinin hepsini aşmışlardır. Bunların evliyâlığı, Peygamberlerin vilâyetidir “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Öteki Evliyâ­nın vilâyeti ise, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” vilâyeti­nin gölgesidir.

Çok zemândan beri bu fakîr, müteşâbihâtin neyi gösterdiğini yalnız Al­lahü teâlâ bilir sanıyordum. Ulemâ-i râsihîn, yalnız bunlara îmân eder diyor­dum. Âlimlerin ve tesavvufcuların, müteşâbihât için verdikleri ma’nâları uygun bulmuyordum. Örtülebilecek olan ma’nâların bunlar olduğunu san­mıyordum. Meselâ, Ayn-ül-Kuddât-i Hemedânî “rahmetullahi aleyh” hazret­leri, (Elif lâm mîm)den elem, derd ma’nâsını anlamışdır. Çünki, aşk ve mu­habbete elem lâzımdır. Çok zemân sonra, Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ede­rek, müteşâbihâtin te’vîlinden ya’nî işâret etdikleri ma’nâlardan bu fakîre “rahmetullahi aleyh” az birşey bildirdi. Bu büyük denizden bu miskînin uy­gun yaratılmış toprağına birkaç damla serpildi. Ulemâ-i râsihîne de, müte­şâbihâtin te’vîlinden, işâret etdikleri ince bilgilerden çok şeyler ihsân edil­diğini anladım. Bize doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! Alla­hü teâlâ, bize doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. Rabbimizin Peygamberleri hep doğru söylemişlerdir. Bildirdiğiniz rü’yâların ta’bîrini, bu­luşduğumuzda söylerim. Onun yerine ince ma’rifetleri yazdım. Kusûruma bakmayınız! Size ve doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın “aley­hi ve alâ ihvânihissalevâtü vetteslîmâtül ulâ” izinde gidenlere selâm olsun!

Zikr et zikr, bedende iken cânın! Kalbin temizliği zikr iledir Rahmânın!