Bunlar, dahâ çok insanın bedeni ile ilgili bilgilerdir. Peygamberlerin de “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” Âlem-i halk ile ilgileri dahâ çok olduğu için, Peygamberliği, insanları çağırmak için, aşağı inmekdir sanmışlardır. Vilâyetde olan derecelere yükseldikden sonra inmekdir demişlerdir. Yükselmenin sonu ve yakınlığın çokluğu, bu inmekde olduğunu anlamamışlardır. Vilâyetin yüksek derecelerindeki yakınlık, bu yakınlığın zıllerinden bir zılle olan yakınlıkdır. Bu yakınlık, görünüşde uzaklık sanılmakdadır. Vilâyetde olan yükselme, buradaki yükselmenin görüntülerinden biridir. Buradaki yükselme, görünüşde, iniş sanılmakdadır. Meselâ, dâirenin merkezi, çevresinden en uzak olan noktadır. Hâlbuki, dâirenin hiçbir noktası, çevreye, merkezinden dahâ yakın değildir. Çünki çevre, merkezin genişlenmiş, açıklanmış hâlidir. [Çevrenin ta’rîfi bile, merkez noktasının yardımı ile yapılır. Çevrenin çizilebilmesi için, pergelin ayağını merkeze koymak lâzım gelir. Merkez olmazsa, çevre olamaz.] Bu bağlılık, merkezden başka, hiçbir noktada yokdur. Görünüşe bakan câhiller, bu yakınlığı anlıyamazlar. Merkez, çevreye en uzak noktadır derler. Merkezin en yakın olduğunu söyliyene câhil ve ahmak derler.
Vilâyet-i kübrâ derecesinde, Şerh-i sadr olunca, nefs-i mutmeinne, makâmından yükselerek, göğüs makâmına çıkar. Buraya yerleşir. Böylece, yakınlığın sonuna ulaşmış olur. Vilâyet-i kübrâ mertebesinin yükselmesindeki makâmların en üstünü, işte bu (Göğüs makâmı)dır. Bu makâma yükselenin görüşü keskin olur ve gizli şeyleri görür. Evet, en yükseğe çıkan, en uzağı görür. Nefs-i mutmeinne, makâmına oturdukdan sonra, akl da, yerinden çıkarak, nefsin yanına gider ve (Akl-i mu’âd) ismini alır. Her ikisi birleşerek, çalışmağa başlarlar.
Ey oğlum “rahmetullahi aleyh”! Bu mutmeinne, islâmiyyete karşı gelemez. Baş kaldıramaz. Bütün varlığı ile, Rabbine dönmüşdür. Ona tutulmuşdur. Onun rızâsını kazanmakdan başka, hiçbir düşüncesi yokdur. Ona itâ’at ve ibâdet etmekden başka bir düşüncesi yokdur. Önce, mahlûkların en kötüsü olan nefs-i emmâre, şimdi itmînân kazanmış ve Allahü teâlâyı râzı ederek, Âlem-i emrin latîfelerinden üstün olmuşdur. Arkadaşlarının şefi olmuşdur. Evet, muhbir-i sâdık [ya’nî hep doğru söyleyici] “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”, (Câhillikde en ileride olanınız, islâm âlimi olunca, en ileriniz olur!) buyurmuşdur. Bundan sonra, insanda islâmiyyete uymamak, başkaldırmak gibi şeyler görülürse, bunlar cesedi meydâna getiren maddelerden hâsıl olur. Gadab, şehvet, hırs gibi aşağı düşünceler bu maddelerden ileri gelmekdedir. Birşeye düşkün olmak, cimrilik, bayağı işler hep onlardan doğmakdadır. Hayvanlarda nefs-i emmâre yokdur. Hâlbuki bu kötülükler, hayvanlarda dahâ çok vardır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Küçük cihâddan döndük, cihâd-ı ekbere geldik!) buyurduğunda, cihâd-ı ekber olarak, çok kimselerin dediği gibi nefsle cihâdı değil, belki cesed ile cihâdı bildirmişdir. Çünki nefsleri itmînâna kavuşmuş, Rablerinden râzı olmuş, Rableri de o mubârek nefslerden râzı olmuşdur. Bu nefsler islâmiyyetden ayrılamaz. Rablerine karşı baş kaldıramazlar. Cesedi meydâna getiren maddelerin islâmiyyete uymuyor görünen arzûları ve baş kaldırmaları, dahâ iyisini yapmağı istememeleridir. İzn verilen şeyleri yapmalarıdır. Azîmeti ya’nî en iyisini terk etmeleridir. Yoksa, harâm işlemeği ve farzları, vâcibleri terk etmeği istemezler.
5:04 minutes ( 2.34 MB)