272 221-Mektub

Zâhirin ikinci yarısı, insanların haklarını ödemek içindir. Bu hakları öderken de, Allahü teâlânın emrlerine uymak lâzım ol­duğundan, bu yarım da, Allahü teâlâ için olur. Her iş, Onun içindir. Öyle ise, Ona ibâdet etmelidir. Ona sığınmalıdır. İnsanların yapdıklarının hep­sini Allahü teâlâ bilir.

3- Bu yolda, cezbe sülûkden öncedir. Seyre ya’nî yolculuğa, Âlem-i emrden başlanır. Âlem-i halkdan başlanmaz. Başka yolların çoğunda böy­le değildir. Bu yolda, cezbe makâmlarında ilerlerken, sülûk konakları da, geçilmiş olur. Âlem-i emrde ilerlerken, Âlem-i halk da geçilmiş olur. Bu ba­kımdan da, bu yolun sonu, başlangıcında yerleşdirilmişdir denilirse yeri var­dır. Bu yolda, ilk ilerlemeler, son ilerlemelerle birlikde olur. Yoksa, ilk sey­ri yapmak için, sondan tekrâr başa gelinmez. Sondaki seyr bitince, başda­ki seyr yapılır sanmamalıdır. Bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başıdır sanmak yanlışdır.

Süâl: Bu yolun büyükleri arasında, şöyle diyenler vardır: (İsmlerde ve sıfatlarda seyrimiz, nisbetimiz temâm oldukdan sonra başlıyor). Bundan an­laşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başı olmakdadır. Çünki, ismler­de ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyât-i zâtiyyeden önce olmakdadır.

Cevâb: Bunların ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyât-i zâtiyyede seyr­den sonra değildir. Bu seyr ile birlikde, o seyr de yapılmakdadır. Böyle ol­makla berâber, ismlerde ve sıfatlarda seyr, ba’zı sebeblerden dolayı belli olmakda, Tecelliyât-i zâtîde seyr, gizli kalmakdadır. Bundan dolayı bu seyr biterek, ismlerde ve sıfatlarda seyr başladı sanılmakdadır. Böyle san­mak doğru değildir. Evet, vilâyet mertebelerinde seyr temâm oldukdan son­ra, insanları Hak teâlâya çağırmak için, âleme geri inmek başlar. Bu dönü­şü, onların sonu bilerek, kendi başlangıcları olarak düşünebilirler. Fekat, onun üstâdları da, sonunda, böyle geri dönmekdedirler. Bundan başka, baş­langıç ve son demek, vilâyetin başlangıcı ve sonu demekdir. Bu geri dönüş ise, vilâyet seyri değildir. Da’vet ve teblîg mertebesindendir.

Bu yol, yolların en kısasıdır. Elbette kavuşdurucudur. Hâce Behâed­dîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazretleri buyurdu ki, (Yolumuz, yolların en kısasıdır). Yine buyurdu ki, (Allahü teâlâdan, elbette kavuşduran bir yol is­tedim). Bu düâsı, kabûl buyuruldu. Böyle olduğunu, hâce Ubeydüllah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin haber verdiği, (Re­şehât) kitâbında yazılıdır. Nasıl kısa olmasın ve neden elbette kavuşdurma­sın? Çünki yolun sonu, başında yerleşdirilmişdir. Bu yola girip de, doğru iler­lemeyip, birşey kazanamayana yazıklar olsun! Fârisî mısra’ tercemesi:

Bir kimse kör ise, güneşin suçu ne?

Evet, bir kimse, noksân olan birinin eline düşerse, tarîkın günâhı nedir ve o zevallı kimsenin suçu var mıdır? Çünki sözün doğrusu, bu yolun yol göstereni “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” kavuşdurucudur. Yoksa kavuş­duran, yol değildir.

4- Bu yolda, başlangıcda, zevk ve buluşlar vardır. Sonunda tatsızlık, ka­vuşamamak vardır. Ye’s, böyle olur. Başka yollarda, başlarken tatsız ve ba­şarısızdır. Sonunda tatlı ve kazançlı olurlar. Bunun gibi, bu yolun başında, kurb, yakınlık ve şühûd vardır.