Zâhirin ikinci yarısı, insanların haklarını ödemek içindir. Bu hakları öderken de, Allahü teâlânın emrlerine uymak lâzım olduğundan, bu yarım da, Allahü teâlâ için olur. Her iş, Onun içindir. Öyle ise, Ona ibâdet etmelidir. Ona sığınmalıdır. İnsanların yapdıklarının hepsini Allahü teâlâ bilir.
3- Bu yolda, cezbe sülûkden öncedir. Seyre ya’nî yolculuğa, Âlem-i emrden başlanır. Âlem-i halkdan başlanmaz. Başka yolların çoğunda böyle değildir. Bu yolda, cezbe makâmlarında ilerlerken, sülûk konakları da, geçilmiş olur. Âlem-i emrde ilerlerken, Âlem-i halk da geçilmiş olur. Bu bakımdan da, bu yolun sonu, başlangıcında yerleşdirilmişdir denilirse yeri vardır. Bu yolda, ilk ilerlemeler, son ilerlemelerle birlikde olur. Yoksa, ilk seyri yapmak için, sondan tekrâr başa gelinmez. Sondaki seyr bitince, başdaki seyr yapılır sanmamalıdır. Bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başıdır sanmak yanlışdır.
Süâl: Bu yolun büyükleri arasında, şöyle diyenler vardır: (İsmlerde ve sıfatlarda seyrimiz, nisbetimiz temâm oldukdan sonra başlıyor). Bundan anlaşılıyor ki, bu yolun sonu, başka yolların başı olmakdadır. Çünki, ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyât-i zâtiyyeden önce olmakdadır.
Cevâb: Bunların ismlerde ve sıfatlarda seyrleri, tecelliyât-i zâtiyyede seyrden sonra değildir. Bu seyr ile birlikde, o seyr de yapılmakdadır. Böyle olmakla berâber, ismlerde ve sıfatlarda seyr, ba’zı sebeblerden dolayı belli olmakda, Tecelliyât-i zâtîde seyr, gizli kalmakdadır. Bundan dolayı bu seyr biterek, ismlerde ve sıfatlarda seyr başladı sanılmakdadır. Böyle sanmak doğru değildir. Evet, vilâyet mertebelerinde seyr temâm oldukdan sonra, insanları Hak teâlâya çağırmak için, âleme geri inmek başlar. Bu dönüşü, onların sonu bilerek, kendi başlangıcları olarak düşünebilirler. Fekat, onun üstâdları da, sonunda, böyle geri dönmekdedirler. Bundan başka, başlangıç ve son demek, vilâyetin başlangıcı ve sonu demekdir. Bu geri dönüş ise, vilâyet seyri değildir. Da’vet ve teblîg mertebesindendir.
Bu yol, yolların en kısasıdır. Elbette kavuşdurucudur. Hâce Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazretleri buyurdu ki, (Yolumuz, yolların en kısasıdır). Yine buyurdu ki, (Allahü teâlâdan, elbette kavuşduran bir yol istedim). Bu düâsı, kabûl buyuruldu. Böyle olduğunu, hâce Ubeydüllah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin haber verdiği, (Reşehât) kitâbında yazılıdır. Nasıl kısa olmasın ve neden elbette kavuşdurmasın? Çünki yolun sonu, başında yerleşdirilmişdir. Bu yola girip de, doğru ilerlemeyip, birşey kazanamayana yazıklar olsun! Fârisî mısra’ tercemesi:
Bir kimse kör ise, güneşin suçu ne?
Evet, bir kimse, noksân olan birinin eline düşerse, tarîkın günâhı nedir ve o zevallı kimsenin suçu var mıdır? Çünki sözün doğrusu, bu yolun yol göstereni “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” kavuşdurucudur. Yoksa kavuşduran, yol değildir.
4- Bu yolda, başlangıcda, zevk ve buluşlar vardır. Sonunda tatsızlık, kavuşamamak vardır. Ye’s, böyle olur. Başka yollarda, başlarken tatsız ve başarısızdır. Sonunda tatlı ve kazançlı olurlar. Bunun gibi, bu yolun başında, kurb, yakınlık ve şühûd vardır.
4:19 minutes ( 1.99 MB)